ASKER
ATATÜRK
"Ordumuz,
Türk birliğinin,
Türk kudret ve
kabiliyetinin,
Türk
vatanseverliğinin
çelikleşmiş bir
ifadesidir."
HARUN YAHYA
Birinci
Baskı: Nisan, 2002
İkinci
Baskı: Mart, 2006
Üçüncü
Baskı: Aralık, 2009
ARAŞTIRMA
YAYINCILIK
Talatpaşa Mah.
Emirgazi Caddesi
İbrahim Elmas
İşmerkezi A Blok Kat 4
Okmeydanı -
İstanbul
Tel: (0 212) 222
00 88
Baskı:
Kelebek Matbaacılık
Litros
Yolu No: 4/1A
Topkapı-İstanbul
Tel: (0 212) 612
43 59
www.harunyahya.org
- www.harunyahya.net
İÇİNDEKİLER
Giriş
Türk Milleti'nde Askerlik
Kutsaldır
Atatürk ve Türk Ordusu
Atatürk'ün Bazı Anıları
Atatürk'ün Askeri-Politik Dehası ve
İleri Görüşlülüğü
Atatürk, Türk Ordusu ve Türk
Milleti İçin Ne Dediler?
Ek Bölüm: Evrim
Yanılgısı
YAZAR ve ESERLERİ
HAKKINDA
Harun Yahya
müstear ismini kullanan yazar Adnan Oktar, 1956 yılında Ankara'da doğdu. İlk,
orta ve lise öğrenimini Ankara'da tamamladı. Daha sonra İstanbul Mimar Sinan
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde ve İstanbul Üniversitesi Felsefe
Bölümü'nde öğrenim gördü. 1980'li yıllardan bu yana, imani, bilimsel ve siyasi
konularda pek çok eser hazırladı. Bunların yanı sıra, yazarın evrimcilerin
sahtekarlıklarını, iddialarının geçersizliğini ve Darwinizm'in kanlı
ideolojilerle olan karanlık bağlantılarını ortaya koyan çok önemli eserleri
bulunmaktadır.
Harun Yahya'nın
eserleri yaklaşık 30.000 resmin yer aldığı toplam 45.000 sayfalık bir
külliyattır ve bu külliyat 60 farklı dile çevrilmiştir.
Yazarın müstear ismi, inkarcı düşünceye karşı mücadele
eden iki peygamberin hatıralarına hürmeten, isimlerini yad etmek için Harun ve
Yahya isimlerinden oluşturulmuştur. Yazar tarafından kitapların kapağında
Resulullah'ın mührünün kullanılmış olmasının sembolik anlamı ise, kitapların
içeriği ile ilgilidir. Bu mühür, Kuran-ı Kerim'in Allah'ın son kitabı ve son
sözü, Peygamberimiz (sav)'in de hatem-ül enbiya olmasını remzetmektedir. Yazar
da, yayınladığı tüm çalışmalarında, Kuran'ı ve Resulullah'ın sünnetini kendine
rehber edinmiştir. Bu suretle, inkarcı düşünce sistemlerinin tüm temel
iddialarını tek tek çürütmeyi ve dine karşı yöneltilen itirazları tam olarak
susturacak "son söz"ü söylemeyi hedeflemektedir. Çok büyük bir hikmet
ve kemal sahibi olan Resulullah'ın mührü, bu son sözü söyleme niyetinin bir
duası olarak kullanılmıştır.
Yazarın tüm çalışmalarındaki ortak hedef, Kuran'ın
tebliğini dünyaya ulaştırmak, böylelikle insanları Allah'ın varlığı, birliği ve
ahiret gibi temel imani konular üzerinde düşünmeye sevk etmek ve inkarcı
sistemlerin çürük temellerini ve sapkın uygulamalarını gözler önüne sermektir.
Nitekim Harun
Yahya'nın eserleri Hindistan'dan Amerika'ya, İngiltere'den Endonezya'ya,
Polonya'dan Bosna Hersek'e, İspanya'dan Brezilya'ya, Malezya'dan İtalya'ya,
Fransa'dan Bulgaristan'a ve Rusya'ya kadar dünyanın daha pek çok ülkesinde
beğeniyle okunmaktadır. İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca,
Portekizce, Urduca, Arapça, Arnavutça, Rusça, Boşnakça, Uygurca, Endonezyaca,
Malayca, Bengoli, Sırpça, Bulgarca, Çince, Kishwahili (Tanzanya'da
kullanılıyor), Hausa (Afrika'da yaygın olarak kullanılıyor), Dhivelhi
(Mauritus'ta kullanılıyor), Danimarkaca ve İsveçce gibi pek çok dile çevrilen
eserler, yurt dışında geniş bir okuyucu kitlesi tarafından takip edilmektedir.
Dünyanın dört
bir yanında olağanüstü takdir toplayan bu eserler pek çok insanın iman
etmesine, pek çoğunun da imanında derinleşmesine vesile olmaktadır. Kitapları
okuyan, inceleyen her kişi, bu eserlerdeki hikmetli, özlü, kolay anlaşılır ve
samimi üslubun, akılcı ve ilmi yaklaşımın farkına varmaktadır. Bu eserler
süratli etki etme, kesin netice verme, itiraz edilemezlik, çürütülemezlik
özellikleri taşımaktadır. Bu eserleri okuyan ve üzerinde ciddi biçimde düşünen
insanların, artık materyalist felsefeyi, ateizmi ve diğer sapkın görüş ve
felsefelerin hiçbirini samimi olarak savunabilmeleri mümkün değildir. Bundan
sonra savunsalar da ancak duygusal bir inatla savunacaklardır, çünkü fikri
dayanakları çürütülmüştür. Çağımızdaki tüm inkarcı akımlar, Harun Yahya
Külliyatı karşısında fikren mağlup olmuşlardır.
Kuşkusuz bu
özellikler, Kuran'ın hikmet ve anlatım çarpıcılığından kaynaklanmaktadır.
Yazarın kendisi bu eserlerden dolayı bir övünme içinde değildir, yalnızca Allah'ın hidayetine vesile olmaya niyet
etmiştir. Ayrıca bu eserlerin basımında ve yayınlanmasında herhangi bir maddi
kazanç hedeflenmemektedir.
Bu gerçekler göz
önünde bulundurulduğunda, insanların görmediklerini görmelerini sağlayan,
hidayetlerine vesile olan bu eserlerin okunmasını teşvik etmenin de, çok önemli
bir hizmet olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu değerli
eserleri tanıtmak yerine, insanların zihinlerini bulandıran, fikri karmaşa
meydana getiren, kuşku ve tereddütleri dağıtmada, imanı kurtarmada güçlü ve
keskin bir etkisi olmadığı genel tecrübe ile sabit olan kitapları yaymak ise,
emek ve zaman kaybına neden olacaktır. İmanı kurtarma amacından ziyade,
yazarının edebi gücünü vurgulamaya yönelik eserlerde bu etkinin elde
edilemeyeceği açıktır. Bu konuda kuşkusu olanlar varsa, Harun Yahya'nın
eserlerinin tek amacının dinsizliği çürütmek ve Kuran ahlakını yaymak olduğunu,
bu hizmetteki etki, başarı ve samimiyetin açıkça görüldüğünü okuyucuların genel
kanaatinden anlayabilirler.
Bilinmelidir ki,
dünya üzerindeki zulüm ve karmaşaların, Müslümanların çektikleri eziyetlerin
temel sebebi dinsizliğin fikri hakimiyetidir. Bunlardan kurtulmanın yolu ise,
dinsizliğin fikren mağlup edilmesi, iman hakikatlerinin ortaya konması ve Kuran
ahlakının, insanların kavrayıp yaşayabilecekleri şekilde anlatılmasıdır.
Dünyanın günden güne daha fazla içine çekilmek istendiği zulüm, fesat ve
kargaşa ortamı dikkate alındığında bu hizmetin elden geldiğince hızlı ve etkili
bir biçimde yapılması gerektiği açıktır. Aksi halde çok geç kalınabilir.
Bu önemli hizmette öncü rolü üstlenmiş olan Harun Yahya
Külliyatı, Allah'ın izniyle, 21. yüzyılda dünya insanlarını Kuran'da tarif
edilen huzur ve barışa, doğruluk ve adalete, güzellik ve mutluluğa taşımaya bir
vesile olacaktır.
GİRİŞ
Atatürk, Türk
Milleti'nin yetiştirdiği en eşsiz siyasi deha, en güçlü devlet adamı ve hiç
şüphesiz en büyük kumandandır. Gerek doğuştan sahip olduğu yetenekler, gerekse
hayatı boyunca kazandığı özellikler açısından, çok üstün ve seçkin niteliklere
sahiptir. Onun üstün askeri dehası, ileriyi görebilme, her zaman isabetli
kararlar verebilme, cesaret, çelik gibi bir irade, azim, kararlılık ve güçlü
bir sorumluluk anlayışı gibi özelliklerle kendini gösterir. Onun askeri ve
siyasi dehası tüm dünya tarafından da tartışmasız kabul görmüştür. Atatürk,
hayatının uzun yıllarını savaş meydanlarında geçirmiş, ancak hiçbir zaman
yenilgi tanımamış ender komutanlardan biridir. İşte bu nedenle Türk Milleti,
insanlık tarihinde nadir olarak ortaya çıkan eşsiz kahramanlardan birine sahip
olma ayrıcalığına sahiptir.
Atatürk'ün
bizlere miras olarak bıraktığı Türkiye Cumhuriyeti, onun askeri ve siyasi
dehasının bir neticesidir. Türk Milleti ise Atatürk'ün kurduğu bu Cumhuriyetin
yılmaz bekçisidir. Ancak onun bu mirasının değerini kavrayabilmek ve Türkiye
Cumhuriyeti'ni dünyanın en güçlü devletleri arasında hak ettiği yere
ulaştırabilmek için her Türk ferdinin Atatürk'ü çok yakından tanıması
gerekmektedir. Atatürk'ü takdir edebilmek, onun düşünce yapısını, mantık
örgüsünü, Türk Milleti'ne olan bakış açısını ve Türk Milleti için hedeflerini
tam olarak anlamakla mümkündür. Atatürk'ü tanıyabilmek için en doğru yol ise,
yine onun sözlerine, uygulamalarına, onu yakından tanıyan kişilerin
anlatımlarına ve yine dünya siyasetine yön veren kişilerin onun hakkındaki
yorumlarına başvurmaktır.
Bu kitabın
amacı, Atatürk'ün, yıkılmış bir imparatorluğun yıkıntılarının arasından güçlü
bir devlet oluşturabilmesinde en önemli etkenlerden biri olan asker kimliğini
incelemektir. "Asker Atatürk" hakkında Türk insanını bilinçlendirmek,
onun Türk Milleti'nin kalbindeki vazgeçilemez yerini anlamamızda yardımcı
olacak ve 21. yüzyılın hızla değişen dünyasında Atatürk'ün izinden ve onun
ilkeleriyle yürümemizi kolaylaştıracaktır. Kitapta ayrıca Atatürk'ün ve onun
ilkelerinin en yakın takipçisi ve koruyucusu olan Türk Ordusunun üstün seciye
ve karakteri de bazı devlet adamlarının ve yabancı yazarların kalemlerinden
gözler önüne serilecektir.
Türk Milleti'nde
Askerlik Kutsaldır
Atatürk'ün
önderliğindeki Kurtuluş Savaşı, Türk Milleti'nin ve onun gözbebeği olan Türk
Ordusunun kahramanlığını tüm dünyaya gösteren bir özgürlük destanıdır. Türk
Milleti düşmanların güçlü ve modern silahlarına ve yüksek donanımlı ordularına
karşı tüm varlığıyla karşı koymuştur. Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde elele
veren Türk Milleti büyük bir zafer elde etmiş ve şan ve şerefle dolu olan
tarihimize yepyeni bir sayfa eklenmiştir. Atatürk söz konusu başarıların Türk
Milleti'nin eseri olduğunu Konya Orduevi'nde yaptığı bir konuşmada şöyle dile
getirmiştir:
Arkadaşlar, tüm tarih bize
gösteriyor ki, uluslar yüce hedeflerine ulaşmak istediklerinde bu coşkularının
karşısında üniformalı çocuklarını bulmuşlardır. Tarihin bu geneli içinde büyük
bir istisna bizim tarihimizde, Türk tarihinde görülür. Bilirsiniz ki, Türk Ulusu ne vakit yükselmek için bir adım atmak
istemişse önünde hep önder olarak, yüksek ulusal ülküyü gerçekleştirecek
hareketlerin kılavuzu olarak kendi kahraman çocuklarından oluşan ordusunu
görmüştür. Bu nedenle Türk Ulusu, elinde kılıç tehlikelere karşı yürümeye
hazır kahraman çocuklarına derin bir güven beslemiştir. Bu güveni hep
besleyecektir. Bundan sonra da Türk
Ulusu'nun kutsal ülküsünün gerçekleşmesi için kahraman asker evlatları hep önde
gidecektir. Tüm Türk Ulusu, başarıya ulaştığı her yaşamsal şeyin kahramanı
olarak kendi ordusunu, ordusunu komuta eden öz evlatlarından oluşma subaylar
topluluğunu, yüksek komuta heyetini görmektedir. Ulus ve kahraman evlatlarından oluşan ordu öylesine birbiriyle
birleşmiştir ki, dünyada ve tarihte bunun örnekleri çok azdır. Bu ulusal
gerçekle her zaman övünebiliriz.1
Atatürk,
Kurtuluş Savaşı'nda kahramanca mücadele edip, düşman ordularına beklenmedik bir
karşılık veren Türk Milleti'nin her ferdinin taşıdığı önemi, bir başka
konuşmasında şu sözlerle ifade etmiştir:
Geçirdiğimiz
bunalımlı günlerin şerefli kahramanlarını hep birlikte kutsayalım:
Onlar arasında savaş alanlarında
düşman silahıyla göğüsleri delinmiş bahtiyarlar olduğu gibi, ateşlerde yakılmış
çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlar vardır.
Onlar arasında namuslarına
saldırılmış... kızlar vardır.
Onların arasında, yurtlarını
yitirmiş aileler, yavrularını gömmüş analar vardır. Ve gene onlar arasında,
savaştaki namus görevini şerefle yerine getirerek, bugün memleketlerine dönmüş
gaziler vardır. Onlardan, şehitlik şerbetini içmiş olanların ruhlarına
fatihalar armağan edelim.
Bu hareketi
yapan bir ordunun babaları ve analarından oluşan ulusumuz, bütün dünyaya karşı
en saygın ve değerli yeri kazanmıştır. Ulusumuz çekinmeden övünebilir ve ben, böyle bir ulusun, önemsiz bir kişisi
olmakla en büyük mutluluğu duyuyorum. Bu savaş alanlarında, benzersiz
kahramanlıklar ve yiğitlikler göstermiş olan subaylarımızın, erlerimizin ve
komutanlarımızın her biri ayrı ayrı birer övünç sayfaları, bir destan oluşturan
hareketlerini, en ulu duygularla ve saygıyla anıyorum.2
Büyük Önder, Onuncu
Yıl Nutku'nda ise Türk Milleti'ne olan güveninin nedenini şöyle açıklamıştır:
Geçen
zamana nispetle daha çok çalışacağız, daha az zamanda daha büyük işler
başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk Milleti'nin karakteri yüksektir...3
Bütün
dünya Türkiye'nin mevcudiyeti muhteremesine gıpta edecek ve milletimize layık
ve müstehak olduğu yüksek mevkii ayıracaktır. Böyle bir millete mensubiyetimden dolayı çok bahtiyar ve müftehirim.4
Türk Milleti'nin Şanlı Tarihi
Kurtuluş Savaşı
Türk Milleti'nin tarihinde bir altın sayfadır. Ancak Türk'ün tarihi bunun gibi
daha pek çok kahramanlıklarla doludur. Türk Milleti dünya tarihine damgasını
vurmuş şanlı bir millettir. Asırlar boyunca üç kıtada eşsiz devletler kurmuş,
ayak bastığı her yere barış, adalet ve medeniyet götürmüş, dünya milletlerine
örnek olmuştur. Türk Milleti'nin devlet kurma ve yönetmedeki yeteneğini
kavrayabilmek için Türk Milleti'nin medeniyet ve kültürünü, üstün ahlakını,
vatan ve millet anlayışını, idari ve askeri yapılanmasını iyi tanımak
gereklidir. Türk Orduları tarih boyunca tüm milletlere örnek olmuştur.
Düşmanlarına korku, dostlarına ise güven vesilesi olan Türk askeri bugün de
üstün vasıflarıyla tüm dünyaya örnektir.
Türklerin ön
plana çıkmış meziyetlerinden biri doğuştan asker olmalarıdır. Türk askeri
cesur, fedakar ve itaatkardır. Tarih boyunca kurulan Türk devletlerinin temeli
düzenli bir askeri teşkilata dayanmıştır. Askerlik, Türklerde milli bir görev
olmuştur. Türklerin mükemmel askeri kuruluşları ve değerli komutanları tüm
dünyanın hayranlığını kazanmıştır. Arap düşünür Cahiz, "Türk'e karşı hiçbir şey duramaz. Hiçbir kimse onu, yutulacak bir
lokma olarak kabul edemez"5 diyerek Türk
Ordularının üstünlüğüne işaret etmiştir. Kanuni devrinde 7 yıl boyunca (1555-1562)
Avusturya sefiri olarak İstanbul'da bulunan Ogier Ghiselin de Busbecq,
Türklerin askeri yönünden şöyle söz eder:
Türkler,
sefer esnasında sabırlı, tahammüllü ve iktisatlı hareket ederler. Türk
sistemini kendi sistemimizle mukayese edince istikbalin başımıza getireceği
şeyleri düşünerek titriyorum. Bu ordu
galip gelecek ve payidar olacak, biz ise mahvolacağız. Çünkü Türkler hiç
sarsılmamış kuvvete sahip oldukları gibi, kendilerine has zafer itiyatları,
meşakkatlere tahammül kabiliyeti, intizam, disiplin, kanaatkarlık ve uyanıklık
var.6
Tarih boyunca
Türk Orduları diğer tüm milletlerin hem imrendikleri hem de çekindikleri bir
güç olmuştur. Türk askeri, düşmanlarına korku, dostlarına ise büyük güven
vermiştir. Bu güven İmam-ı Azam tarafından "Kılıç,
Türklerin elinde bulunduğu sürece senin dinine zeval yoktur"7
şeklinde dile getirilmiştir. Bu sözle İmam-ı Azam, Türk askeri yeryüzünde
bulunduğu sürece İslam Dinine kimsenin zarar veremeyeceğine işaret etmiştir.
Türk Milleti
sahip olduğu güçlü ordular sayesinde tarih boyunca çok güçlü devletler
kurmuştur. Yapılan araştırmalar Türklerin tarih boyunca 180'e yakın devlet
kurduğunu göstermektedir. Araştırmalar devam ettikçe, bu sayının artacağı ve bu
devletler hakkındaki bilgilerin daha kesinlik kazanacağı beklenmektedir. Tarih
boyunca yaşamış Türk devletlerinin yaşadıkları dönemlere ve bölgelere
bakıldığında, Japon Denizi'nden Adriyatik Denizi'ne kadar uzanan geniş
toprakların "Türk Dünyası" olarak kabul edilmesi gerektiği anlaşılır.
Söz konusu
devletlerin çoğu ayakta kaldıkları süre boyunca çok önemli devletler
olmuşlardır. Bu devletlerden 16 tanesi ise dünya tarihinde etkili rol
oynamıştır. Türk Milleti bu devletlerin yönetiminde gösterdiği üstün
kabiliyetle tüm dünya milletlerine tarih boyunca örnek olmuştur. Bunun en
önemli nedenlerinden biri ise hakimiyeti altında yaşayan farklı etnik kökene
mensup toplulukları, her birinin dil ve din farklılıklarına saygı göstererek,
barış, huzur ve güvenlik içerisinde, asırlar boyunca birarada yaşatma
becerisini göstermesidir. Aynı topraklar üzerinde hakimiyet kuran farklı
devletler ise bu başarıyı sağlayamamış, söz konusu topraklarda bu kadar uzun
süreli hakimiyetler yaşanmamıştır.
Türkiye
Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan 16 devletin hakimiyet
süreleri ve hakimiyet altında tuttukları yerler ise şöyledir:
1. Hun Devleti:
Büyük Hun
Devleti Orta Asya'da kurulan ilk Türk devletidir. MÖ 220'den MS 216'ya kadar
hüküm sürmüştür. Bilinen ilk hükümdarı Teoman'dır. Mete Han döneminde devletin
sınırları Japon Denizi'nden Hazar Denizi'ne kadar geniş bir bölgeyi
kapsamıştır.
2. Batı Hun İmparatorluğu:
MÖ 53'de, Büyük
Hun İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesiyle, Batı Türkistan'da Cici Han tarafından
kurulan Türk devletidir. Yaşadığı dönem boyunca en büyük bölgesel güç olmuştur.
3. Avrupa Hunları (Batı Hunları):
Avrupa Hunları
MS 434'de Atilla'nın başa geçmesiyle büyük bir devlet haline geldiler. Hakim
olduğu yıllarda, Avrupa kıtasında en büyük güç olmuştur.
4. Akhunlar:
5. yüzyılın
ortalarında, Amuderya nehrinin çevresinde kurulmuş ve gelişme göstermiş bir
Türk devletidir. Horasan, Afganistan ve İran topraklarına kadar yayılmıştır.
Kısa bir dönem hüküm sürmesine rağmen, hakimiyeti boyunca Asya'da büyük bir güç
olmuştur.
5. Göktürk Devleti:
Göktürk Devleti,
Türk tarihinde Türk adı ile kurulan ilk devlettir. Devletin kurucusu ve ilk
hükümdarı olan Bumin Kağan, Orta Asya'daki bütün Türk boylarını egemenliği
altında toplamıştır. Bumin Kağan ölünce yerine oğlu Murat Kağan hükümdar
olmuştur. Bu dönemde İpek Yolu Türklerin denetimine girmiş ve Türkler Çin'e
üstünlüklerini kabul ettirmişlerdir.
6. Uygur Hakanlığı:
Büyük Hunların
torunları olan Uygurlar, çok sayıda devlet kurmuşlardır. Uygur Hakanlığı
bunlardan birisidir. 744-840 yılları arasında hüküm sürmüştür. Selenga, Orhun
ve Tola ırmakları havzalarından Baykal Gölü'nün güneyindeki bozkırlara kadar
uzanan geniş sahada yaşamışlardır. 100 yıla yakın bir süre içinde, Asya
kıtasında, bölgesel güç olmuşlardır.
7. Avar Devleti:
Macaristan'da
büyük bir devlet kuran Avarlar, zaman zaman İstanbul'u kuşatmışlardır. O
dönemde Avrupa kıtasında bölgesel güç oluşturmuşlardır. İstanbul'u kuşatan ilk
Türk boyu Avarlar olmuştur.
8. Hazar Devleti:
Kafkaslar'da
kurulmuş olan Hazarlar, Hazar Denizi'ne de adını vermiştir. 7. yüzyıldan itibaren
iyice güçlenen ve bütün Doğu Avrupa'yı eline geçiren Hazarlar, 3 yüzyıl hüküm
sürmüşler ve yıkılana kadar bölgede çok büyük bir güç oluşturmuşlardır.
9. Karahanlılar:
10. yüzyılın
ortalarında Orta Asya'da kurulan ilk Müslüman Türk devletidir. Aynı zamanda ilk
Müslüman Türk devleti olarak bölgesel hakimiyet kurdular.
10. Gazneliler:
Karahanlılarla
aynı dönemde yaşamışlardır. İlk Müslüman Türk devletlerindendir. Sınırları
Afganistan ve Hindistan’ı içine alır. Karahanlılar ile birlikte Asya kıtasında,
bölgesel bir güç olmuşlardır.
11. Büyük Selçuklu İmparatorluğu:
Ön Asya'da
kurulan ilk ve en büyük Müslüman Türk devletlerinden biridir. 1040-1157 yılları
arasında hüküm sürmüştür. Güneybatı Asya'nın tamamına yakın bir bölümüne hakim
olan Büyük Selçuklu Devleti, bölgenin en büyük gücü olmuştur.
12. Hârizmşahlar Devleti:
Büyük Selçuklu
Devleti ile aynı dönemde, 1097-1231 yılları arasında Aral Gölü'nün güneyinde
yaşamışlardır. Orta Asya'da bölgesel hakim güç olmuşlardır.
13. Timurlar Devleti:
1370-1507 yılları arasında, Ege
kıyılarından Orta Asya'ya ve Hint Okyanusu'na kadar uzanan geniş topraklar
üzerinde hüküm sürmüş büyük bir Türk devletidir. Hakim olduğu topraklardan en
büyük bölgesel güç olduğu anlaşılır.
14. Bâbur Devleti:
1494-1858 yılları arasında
Hindistan'da hüküm sürmüştür. Hakim olduğu tarihlerde, Asya'da büyük bir güç
oluşturmuştur.
15. Altınordu Hanlığı:
1227-1502 yılları arasında,
Karadeniz ile Hazar Denizi arasında yaşamış bir Türk devletidir. Yaklaşık üç
asır Asya'da hakim güç olmuştur.
16. Osmanlı İmparatorluğu:
1299'da Söğüt civarında kurulmuş
ve 1923 yılına kadar devam etmiş ve üç kıtada hakimiyet kurmuş bir cihan
devletidir. Toprak bakımından en geniş sınırlara ulaştığı dönemde Anadolu,
Kafkasya, Kırım, Güney Ukrayna, bugünkü Romanya, Yugoslavya, Bulgaristan,
Yunanistan, Macaristan, Suriye, Ürdün, Lübnan, İsrail, Irak, Suudi Arabistan,
Yemen, Mısır, Tunus, Libya ve Cezayir'i yönetmiştir.
(Türk devletleri konusunda
detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Türk'ün
Yüksek Seciyesi, Kültür Yayıncılık)
Atatürk ve Türk
Ordusu
Kitabın ilk
bölümünde Türk Milleti'nin şanlı tarihi hakkında kısa bilgi verdik ve Türk'ün
asker yönünün ne kadar güçlü olduğu üzerinde durduk. Vatanına, özgürlüğüne ve
şerefine düşkün olan Türk Milleti'nin, milli varlığı ve bağımsızlığı uğruna
gösteremeyeceği kudret ve fedakarlık yoktur. Kurtuluş Savaşı Türk'ün bu üstün
seciyesinin tüm açıklığıyla ortaya konduğu çok şerefli bir mücadele olmuştur.
Atatürk de dünyanın en donanımlı ordularına karşı Milli Mücadele'yi başlatırken
Türk Milleti'ne olan güvenini sık sık dile getirmiş ve Türk Ordusunu en büyük
destekçisi olarak görmüştür. Atatürk'ün bu konuyla ilgili bazı sözleri şu
şekildedir:
Ordu, Türk
Ordusu, işte bütün milletin göğsünü itimat (güven), gurur duygularıyla kabartan
şanlı adı. Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk
vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz; Türk topraklarının ve
Türkiye idealini tahakkuk ettirmek (gerçekleştirmek) için sarfetmekte olduğumuz
sistemli çalışmaların yenilenmesi imkansız teminatıdır.8
Millet,
kemal-i azimle içtimai ve fikrî tekâmülle çalışırken, onu bundan alıkoyacak
dahilî ve haricî maniaların karşısında kuvvetli, kudretli ve büyük görevini
müdrik kahraman Ordumuzun hazır bulunduğunu düşünerek müsterih olabilir.9
Sizin gibi
kumandanları, subayları ve erleri olan bir millet için yâd elleri altında köle
olmak mümkün değildir.10
Vatan evlatlarının vatanın
bölünmez bütünlüğü için biraraya geldiği, mazisi şanlı, geleceği parlak Türk
Ordusunu Atatürk şu sözleriyle tanımlamaktadır:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nin ordusu, istilalar yapmak veya saltanatlar kurmak için
şunun bunun elinde ihtiras aleti olmaktan münezzehtir (şunun bunun elinde tutku
aracı olmayacak kadar temizdir). İnsanca ve müstakil (bağımsız) yaşamaktan
başka gayesi (amacı) olmayan milletin aynı ideale bağlı ve yalnız onun emrine
tabi (onun emrinde) ve sadık öz evlatlarından mürekkep (oluşan) muhterem ve
kuvvetli bir heyettir (saygın ve güçlü bir kuruluştur).11
Atatürk Türk Ordusuna her zaman
çok büyük bir güven duymuş, Kurtuluş Savaşı'ndan büyük bir zafer ile
çıkılacağını her fırsatta dile getirmiştir. Mustafa Kemal Atatürk bir
konuşmasında bu düşüncelerini şu şekilde dile getirmiştir:
Ulusumuzun ve
onun yönetimini üstlenmiş olan Büyük Millet Meclisi'nin, büyük savaşımda
kesinlikle başarılı olacağına inanıyorum. Bu hususların sağlanması için
etkin nedenler ve araçlar vardır. Burada yalnızca şunu belirtmek isterim; bu
etmen ve nedenlerin başında en etkilisi, Ordumuzdur. Ordumuz, yaşam ve onur savaşında, ulusun ve ulusun amaçlarının tek
dayanağıdır. Ordu kendisine düşen bu yüce görevinde, hakkıyla başarılı
olabilmesi için, gereken niteliğin birincisi, demir gibi güvenliktir.
Orduda güvenliğin tek oluşum aracı aydın, kahraman, özverili subaylardır. Bugün
Ordumuzun subayları, saydığım niteliklere tamamen sahiptir. Fakat buna bir şey eklemek gerekir ki, bu
içinde bulunduğumuz olağanüstü durumlar ve koşulların coşkularıyla,
istekleriyle yetişecek olan genç subaylarımız, bize, gelecek için daha güçlü
umutlar vereceklerdir.12
Atatürk'ün büyük bir güven ve
saygı duyduğu, milli egemenliği tek amaç edinmiş Türk Ordusu, kanının son
damlasına kadar vatan toprakları uğrunda mücadele etme azmi göstermiştir.
Güvene ve övgüye layık olan kahraman Türk Ordusu, büyük bir zaferle düşmandan
arındırıp, kanlarıyla suladığı Türk toprağını yüce Türk Milleti'ne armağan
etmiştir. Başkomutan Atatürk kahraman Türk Ordusunun büyük zaferini şu
sözleriyle Türk halkına müjdelemiştir:
Büyük
Türk Milleti, Ordularımızın kabiliyet ve
kudreti, düşmanlarımıza dehşet, dostlarımıza güven verecek bir
mükemmelliyetteydi. Millet orduları on dört gün içinde büyük bir düşman
ordusunu yok etti. Dört yüz kilometre aralıksız bir takip yaptı. Anadolu'daki
işgal edilmiş bütün topraklarımızı geri aldı.13
Türk Ordusunun, düşman süngüsüne
gözünü kırpmadan, vatan uğruna göğüs gererek kahramanca savaşmasından duyduğu
büyük gururu ise Atatürk şöyle ifade etmiştir:
Tarihte,
bütün bir vatanı, çok üstün düşman kuvvetleri karşısında son toprak parçasına
kadar karış karış kahramanca ve namuskarane müdafaa etmiş ve yine varlığını
koruyabilmiş ordular görülmüştür. Türk Ordusu, o cevherde böyle bir ordudur.
Yeter ki, ona kumanda edenler, kumanda edebilmek evsafına haiz bulunsun.14
Kahraman
Türk Ordularının kazandıkları büyük zaferlerden, şahsıma düşmüş olan vazifeleri
yapabilmişsem çok bahtiyarım. Yalnız bu noktada bir gerçeği açıklamak için
söylemeliyim ki: Benim ordularımı ve sevk ve tevcih ettiğim (gönderdiğim ve
yöneltiğim) hedefler, esasen ordularımın her erinin, bütün subaylarının ve
kumandanlarının görüşlerinin, vicdanlarının, azimlerinin, mefkurelerinin
(ülkülerinin) yönelmiş olduğu hedefler idi.15
Başkomutanlığını yaptığı Kurtuluş
Savaşı zaferinin tek sahibi olarak Türk Ordusunu gösteren Atatürk, Türk erinden
duyduğu memnuniyet ve güveni şu sözleriyle dile getirmiştir:
Türk neferi
kaçmaz, kaçmak nedir bilmez.16
Öleni görüyor,
üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir fütur (yılgınlık) bile
gösteremiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete
girmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler, kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. Bu,
Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren, şaşılacak ve övülecek bir misaldir.
Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.17
Atatürk, Türk askerinin, vatan
sevgisini ve imanını anlatarak, eşsiz özelliklerin tarifini bu sözlerinde
yapmıştır. Türk askerlerinin birlik olup oluşturduğu üstün gücü ise şöyle tarif
etmiştir:
Benim
için Ordumuzun kıymetini ifadede ölçü şudur: Türk Ordusunun bir kıtası
muadilini behemahal mağlup eder. İki mislini durdurur ve tespit eder (ve yerine
çiviler).18
Vatanın her yerinde destanlar
yazan, şanını tüm uluslara duyuran büyük Türk Ordusuna Atatürk şu sözlerle
hitap etmiştir.
Türk
Ordusu! Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam
askere rastgelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük
payı senindir. Kanaatinle, imanınla,
itaatinle hiçbir korkunun yıldırmadığı demir gibi temiz kalbinle düşmanı
sonunda alt eden büyük gayretin için gönül borcumu ve teşekkürümü söylemeyi
kendime aziz bir borç bilirim.19
Atatürk her zaferin altındaki
imzanın Türk Milleti'ne ve Türk Ordusuna ait olduğunu çok iyi biliyor ve her
konuşmasında bunu mutlaka vurguluyordu. 1925 yılındaki bir konuşması onun üstün
kişiliğinin, tevazusunun ve Türk Milleti'ne olan güçlü sevgisinin de bir
ifadesi niteliğindedir:
Bu
defa Büyük Millet Meclisi'nin, hakkımda yeni bir rütbe ve ünvanıyla tecelli
eden iltifat ve teveccühü doğrudan doğruya size râcidir. Milletin verdiği bu
rütbe ile yükselen ordu, en ulu bir gazâ ile mümtaz olan yeni bir ordudur.
Sizin kahramanlığınızla, sizin gösterdiğiniz nihayetsiz fedakârlık pahasına
kazanılan büyük muvaffakiyetin millet tarafından takdirine delâlet eden bu rütbe
ve ünvanı, ancak izafe ederek büyük askerlik hayatımın en büyük iftihar
sermayesi olarak taşıyacağım. Cenab-ı Hak, giriştiğimiz kurtuluş mücadelesinde
şerefli silah arkadaşlarıma kendilerini temyiz eden asaletin, civanmertliğin,
kahramanlığın hakkı olan kati kurtuluşu nasip etsin.20
Atatürk'ün, memleketin büyük bir
sıkıntı içinde olduğu dönemde bile büyük bir zafer kazanan Türk Ordusundan,
Türk Milleti adına bir de beklentisi vardır. Bu beklenti, zor zamanlarda
gösterilen çabanın Cumhuriyetin hakim olduğu dönemde de sürdürülmesidir. Atatürk, ileri görüşlü bir
lider olarak, geleceği düşünerek, Türk Hava Kuvvetleri ve Donanması ile ilgili
şu görüşlerini dile getirmiştir:
Pilotlar,
şunu unutmayınız ki, yarının en büyük tehlikeleri semalardan gelecektir. Bu sebeple
sizler ani gelebilecek tehlikelere karşı koymak için daima hazır bulunmaya ve o
şekilde yetişmeye gayret edeceksiniz.21
Hudutlarının
mühim ve büyük aksamı deniz olan Türk Devleti'nin donanmasının da mühim ve
büyük olması gerekir. O zaman Türkiye Cumhuriyeti daha müsterih ve emin
olacaktır.22
Vatanın bölünmez bütünlüğünün
korunmasına, halkın her türlü kargaşa ve anarşiden uzak, refah içinde
yaşamasına yönelik gösterilecek bu çabayı, Atatürk, Cumhuriyetin 15. yıldönümü
nedeniyle yaptığı konuşma sırasında şöyle ifade etmektedir:
Zaferleri ve
mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet
nurlarını taşıyan kahraman Türk Ordusu!
Memleketi, en
buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden ve düşman
çizmelerinden nasıl korumuş ve kurtarmışsan, Cumhuriyetin bugünkü verimli
devrinde de askerlik tekniğinin bütün çağdaş silah ve araçlarıyla donanmış
olarak görevini aynı başarılılıkla yapacağına hiç kuşkum yoktur.23
Bugün,
Cumhuriyetin on beşinci yılını mütemadiyen artan büyük bir refah ve kudret
içinde idrak eden büyük Türk Milleti'nin huzurunda kahraman ordu, sana kalbi
şükranlarımı beyan ve ifade ederken büyük ulusumuzun iftihar hislerine de
tercüman oluyorum.
Türk vatanının
ve Türk camiasının şan ve şerefini, dahili ve harici her türlü tehlikelere
karşı korumaktan ibaret olan vazifeni her an ifaya hazır ve amade olduğuna
benim ve büyük ulusumuzun tam inanç ve itimadımız vardır. Büyük
ulusumuzun orduya bahşettiği en son sistem fabrikalar ve silahlar ile bir kat
daha kuvvetlenerek büyük bir feragati nefs ve istihkari hayat ile her türlü
vazifeyi ifaya muhayya olduğuna eminim. Bu kanaat ile Kara, Deniz ve Hava
Ordularımızın kahraman ve tecrübeli komutanları ile subay ve eratini selamlar
ve takdirlerimi bütün ulus muvacehesinde beyan ederim.24
Hiç şüphesiz şanlı Ordumuz,
Atamızın bu isteğini, halkına verdiği güven ve gururla yerine getirerek,
dünyada Türk Silahlı Kuvvetleri olarak şanlı tarihiyle yerini almaktadır. Büyük
bir görev aşkıyla bu emaneti alan Türk Silahlı Kuvvetleri, Atatürk'ün çizdiği
yolda emin adımlarla taviz vermeden şerefle yürümekte, Türk Milleti'nin
bekasına ve bağımsızlığına karşı gelişen, gizli ve açık her türlü tehditle
mücadele etmektedir.
Atatürk'ün
Şanlı Türk Ordusu
Hakkındaki Diğer Sözleri
- Ordu, Türk
Ordusu. İşte bütün milletin göğsünü itimat, gurur duygularıyla kabartan şanlı
ad.25
(1937)
- Büyük milli
disiplin okulu olan ordunun; ekonomik, kültürel, sosyal savaşlarımızda bize
aynı zamanda en lüzumlu elemanları da yetiştiren büyük bir okul haline
getirilmesine, ayrıca itina ve himmet edileceğine şüphem yoktur.26
(1937)
- Hiçbir millet
ve memlekete karşı tecavüz fikri beslemeyiz. Fakat varlığımızı ve istiklâlimizi
korumak için, emniyet içinde çalışarak müreffeh ve mesut olmasını temin için
her vakit memleket ve milletimizi müdafaaya gücü yeten bir orduya sahip olmak
da emelimizdir.27 (10 Aralık 1922)
- En yüksek
askerlik budur: Muhtelif ihtimalleri çok iyi hesap etmeli, en iyi görüneni
cüret ve katiyetle tatbik etmelidir.28 (1924)
- Dış siyasetimizde;
ülkenin dokunulmazlığını, güvenliğini, yurttaşların haklarını herhangi bir
saldırıya karşı bizzat savunabilmek kudreti de özellikle göz önünde tuttuğumuz
noktadır.29
- Türk Ordusunun
bir parçası eşdeğerini kesinlikle yener. İki katını durdurur ve kıpırdayamaz
hale getirir. Şimdilik bundan fazlasını istemiyorum. Çünkü fazlasını ulusumuzun yaradılıştan sahip olduğu
cengaverlik zaten sağlamaktadır. Ancak, bu değeri ne yapıp yapıp korumamız
gerekir. Bunu tüm arkadaşlarımdan özellikle istiyorum. Bu değer saklı kaldıkça
örgütümüzün, talim ve terbiyemizi, yönetim ve güdümümüzü bu hedef ve amaç
yönünde yürüttükçe Türkiye her türlü saldırıdan uzak kalacaktır, bundan
kimsenin kuşkusu olamaz... Türkiye
Cumhuriyeti sadece iki şeye güvenir. Biri ulusun kararı, öbürü de en acılı ve
zor koşullarda dünyanın övgüsünü haklı olarak kazanan Ordumuzun kahramanlığıdır.
Bu iki şeye güvenir... Arkadaşlar,
komutamızdaki ordular kahramanlığına gerçekten güvenilir ordulardır. Bu ordular
tarihte benzeri görülmemiş kahramanlıklar, özveriler göstermiştir. Şanlı
zaferler kazanmışlardır. Ulusun ve ülkenin minnet ve şükranlarını hak
etmişlerdir...
- Arkadaş,
Türkiye en zayıf olduğu sanılan bir zamanda en güçlü olduğunu kanıtlamıştır.
Bu, ordusu sayesinde olmuştur. Ordumuz vatan için zafer kazanmıştır. Bu olay
Türkiye'nin olağanüstü canlılığına, kutsal kararlılığına ve ölümsüz varlığına
en açık seçik bir kanıttır.30
- Bir ordunun değeri, subay ve komuta heyetinin
değeriyle ölçülür.31
- Komutan, yaratıcı gücü olan kimse demektir.32
- Ordumuz babalarına ve soyuna layık evlatlardan
oluştuğunu göstermiştir.33
- Türk Orduları,
tarihte benzeri görülmemiş kahramanlıklar, fedakarlıklar göstermiştir.34
- ... Ulusu yönlendiren ve yönetenlerin
dayanağı ordu olmuştur. Öbür uluslarda ordu ile ulus daima birbiriyle karşı
karşıyadır. Oysa bizde tamamiyle tersinedir. Bundan sonraki yükselme ve
ilerleme de sizin bilinçli gücünüzle olacaktır...35
- Büyük Türk Ordusu! Dünyanın hiçbir ordusunda
yüreği seninkinden daha temiz ve daha sağlam bir askere rastgelinmemiştir.36
- Arkadaşlar,
ordudan söz ederken bu ulusun gerçek sahibi olan Türk Ulusu'nun aydın
evlatlarından söz ediyorum. Bu evlatlarımız arasında yarının kahramanlarını
yetiştiren eğitmenlerimiz de vardır. Gerektiğinde hemen giysilerini
değiştirerek gereken yerde başını veren ve ordu ile birlikte yürüyen öğretmen
arkadaşlarımız da vardır. Ben büyük
Ordumuzun subaylarından ve onlarla birlikte Türk'ün aydın evlatlarından söz
ettiğimde, onlarla birlikte olan, fikriyle, vicdanıyla ve bilim anlayışıyla
ulusal kahramanlığa katılmaya hazır Türk gençlerinden söz etmiş oluyorum...37
- Türk Ulusu
ordusunu çok sever, onu kendi ülküsünün bekçisi sayar.38
- Heyeti
içtimaiyemizi, hedefi hakikate, hedefi saadete ulaştırmak için iki orduya
ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin
istikbalini yoğuran irfan ordusu: Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir,
alidir, feyizlidir, muhteremdir, fakat bu iki ordudan hangisi daha kıymetlidir,
hangisi yekdiğerine müreccahtır. Şüphesiz böyle bir tercih yapılmaz, bu iki
ordunun ikisi de hayatidir.39 (24.03.1923)
- Türk neferi
kaçmaz, kaçmak nedir bilmez. Eğer Türk neferinin kaçtığını görmüşseniz, derhal
kabul etmelidir ki, onun başında bulunan en büyük kumandan kaçmıştır.40
- ... Ordumuzun
hiçbir eri müstesna olmaksızın tümünün izlediğimiz kutsal davayı bilinçli
olarak algıladığına inanabilirsiniz. Ordularımız Türkiye'nin düşmanlarını
anlamıştır, dostlarını da anlamıştır. Ne için savaştığını biliyor ve hangi
sonuca ulaşıncaya kadar savaşması gerektiğini de sükunet içinde, vicdanında
duyarak biliyor... Kurmayı başardığımız ordular gerçi Viyana surlarına dayanan
eski Osmanlı ordularından biri değildir. Ancak sahip olduğu yüce ve insancıl
ülkü bakımından onlardan daha yukarı düzeyde erdemlilikte ve değerde bir çelik
parçasıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin Ordusu istilalar yapmak
ya da saltanatlar yıkmak ya da kurmak için şunun bunun buyruğunda hırs aracı
olmaktan uzaktır. İnsanca ve bağımsız yaşamaktan başka bir amacı olmayan ulusun
aynı ülküyle duygulu ve yalnız onun buyruğuna bağlı öz evlatlarından oluşan
saygın ve güçlü bir topluluktur... Yakından temas ve incelemelerime dayanarak
inançla arz edebilirim ki, Ordularımızın
gücü ve iç durumu ve çok yüksek olan ahlak ve maneviyatı Yüce Meclisinizin her
türlü sorunu sükun içinde gözden geçirerek ulusun gerçek amaçlarına ve gerçek
çıkarlarına uygun biçimde sonuçlandırmasının sorumluluğunu üstlenmesine
yeterlidir.41
Ülkemizin
Varlığının En Büyük
Teminatı:Türk Ordusu
Büyük Önder
Atatürk’ün, "Ordumuz; Türk
topraklarının ve Türkiye idealini tahakkuk ettirmek için sarfetmekte olduğumuz
sistemli çalışmaların yenilmesi imkansız teminatıdır" ifadesiyle de
dikkat çektiği gibi, Ordumuz varlığımızın en önemli güvencesidir. Şanlı Ordumuz,
milli varlığımızı korumak için yüz binlerce şehit vermiş, tarihi şanlı
zaferlerle dolu bir ordunun mirasçısıdır. Ve bu mukaddes ordu, Türk Milleti'nin
sahip olduğu üstün seciyeyi büyük bir gurur ve liyakatla en güzel şekilde
üzerinde taşımaktadır.
Şerefli Ordumuz
yüksek karakterini tarihin her döneminde tüm dünyaya ispatlamıştır. Ordumuz
bugüne kadar, hiçbir karşılık beklemeksizin memleketimizin ve milletimizin
hayrını, güvenliğini ve bütünlüğünü gözetmiş; tüm kurumlarıyla Cumhuriyetimizin
savunucusu olmuştur.
Türk Ordusu,
ülkemiz üzerinde sinsi emeller besleyen ülkelerin ve örgütlerin faaliyetlerini hep boşa çıkarmıştır. Bugün de
yüksek karakteri ve üstün seciyesi ile tüm düşmanları üzerinde çok büyük bir
caydırıcılık oluşturmaktadır. Ordumuz, topraklarımızı işgalcilerin elinden
kahramanca kurtarmış, düşman ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir zaman Türk
Ordusunu geçememiştir. Balkan Savaşları'nda, I. Dünya Savaşı'nda, Çanakkale'de,
Süveyş'te, Kafkasya'da dünyanın en güçlü ordularıyla mücadele etmiştir.
Kurtuluş Savaşı ise dünya milletlerine Türk'ün gücünü ve azmini göstermiştir.
Ordumuz Anadolu'yu işgal eden Yunan ordusuyla savaşmış, Avrupa'nın yayılmacı
güçlerini frenlemiş ve vatan topraklarımızı tek bir düşman bırakmamacasına
savunmuştur. Şanlı Ordumuzun caydırıcılığı, Türkiye Cumhuriyeti’ni 2. Dünya
Savaşı'ndan korumuş, tüm Avrupa'yı işgal eden faşist lider Hitler'i ülkemizden
uzak tutmuştur. 1980'lerin başından bu yana, Ordumuz ülkemizin bütünlüğüne
kasteden teröre karşı en zor ve çetin mücadeleleri vermiş ve bu mücadeleden de
başarıyla çıkmıştır. Bugün terör örgütünün bir çözülme ve dağılma süreci
yaşamasının en büyük nedeni, Ordumuzun ve kahraman askerlerimizin yaklaşık 15
yıldır azimle sürdürdükleri mücadeledir.
Türk Ordusu
kahramandır, vatanseverdir ve askeri dehasıyla tüm dünyanın hayranlığını ve
saygısını kazanmıştır. Bu ise, kuşkusuz vatanını ve devletini seven her Türk'ün
göğsünü kabartmaktadır. Milletimizin Ordumuza olan inancı ve güveni tamdır.
Atatürk’ün Bazı
Anıları
Atatürk'ün
Çanakkale'de
Gösterdiği
Üstün Başarı
15 Şubat 1915,
Çanakkale savaşlarının başlangıcıdır. Mustafa Kemal ilk günden beri elindeki
kuvvetler ile savaşın başında ve içindedir. Var güçleriyle Çanakkale Boğazı'na
saldıran düşman kuvvetleri 18 Mart 1915'de denizdeki savaşta yenilir. Fakat,
İstanbul'a ulaşmak isteyen İtilaf Devletleri bu kez de karadan şanslarını
denemeye kalkarlar.
Bu arada 25
Nisan 1915 sabahı ilginç bir olay olur. Osmanlı Hükümeti ve Genelkurmayı
Gelibolu ve Ege Denizi tarafından gelecek bir kara savaşını düşünmemektedir. Bu
konuda hazırlıklı da değildir. Ancak Mustafa Kemal, düşmanın, ölü bir konumu
olan Arıburnu'ndan çıkartma yapacağını anladığı için, emri altındaki 57. Alayı
Kocaçimen mevkine getirir. Mustafa Kemal Conkbayırı'na vardığı sırada 9. Tümene
bağlı 27. Alayın askerlerinin Conkbayırı'na doğru kaçtıklarını görerek önlerini
keser ve sorar:
- Nereye
gidiyorsunuz?
- Düşman geldi.
- Nerede?
Kaçan askerler
261 Rakımlı tepeyi işaret ederler. Gerçekten de, düşman önünde hiçbir engel
olmayan tepeye doğru yaklaşmaktadır. Mustafa Kemal'in yanında ise bir, iki
subay ve kaçan erlerden başka kimse yoktur. Kendi alayı hala Kocaçimen'dedir.
Hemen kumandayı ele alarak emir verir:
- Düşmandan
kaçılmaz.
- Cephanemiz
yok.
- Cephanenizden
daha güçlü süngünüz var.
- Süngü tak,
hücum!
Hemen arkasından
"Allah Allah" sesleri bütün ovaya yayılır. Kahraman Türk askeri şimdi
süngüsüyle, boğaz boğaza çarpışmaktadır. Bu mücadele neticesinde biraz zaman
kazanılmış ve 57. Alay savaş alanına yetişmişir ve Mustafa Kemal'in emriyle
tekrar hücuma geçmiştir. Bu savaşı Türk Ordusu kazanmıştır. Ancak 57. Alay
tümüyle şehit düşmüştür. 1 Haziran 1915'de Mustafa Kemal Albaylığa
yükselmiştir.
Bu yenilgiye
rağmen İtilaf Devletleri 6-7 Ağustos gecesi Anafartalar'a asker çıkarmış ve
şiddetli çarpışmalar başlamıştır. Bu sırada kurulan Anafartalar Grup
Komutanlığını üstlenen Mustafa Kemal 10 Ağustos'taki çarpışmalarda düşmana
büyük kayıplar vermiş, düşmanın Conkbayırı'na yerleşmesini engellemiştir.42
Bu savaşlar için,
İngiliz Kuvvetleri Kumandanı Hamilton, yazdığı Gelibolu Savaşları adlı kitabında şöyle der:
Türkler birbiri
ardınca "Allah, Allah" haykırışlarıyla hakikaten pek yiğitçe
savaştılar. Bu savaşı yazı ile anlatmak mümkün değildir.43
İngilizler,
bütün çırpınmalarına rağmen, kahraman Mehmetçiğin savunma hatlarını aşıp,
Çanakkale Boğazı'nı geçemezler ve 20 Aralık 1915 günü Çanakkale'den çekilmeye
başlarlar.
Bu savaşta
Mustafa Kemal'in oynadığı rol ise, İngiliz yazar Alan Moorehead'in Gelibolu adlı kitabında şöyle anlatılır:
O genç ve dahi
Türk şefinin, o esnada orada olması müttefikler bakımından en acı darbelerden
biridir.44
İngiltere Kralı 5. Edward:
"Mustafa Kemal Bir Milyon
Askere Bedeldir."
"Yıl 1936, İngiltere Kralı
VIII. Edward, Atatürk'ü ziyarete gelir. 4 Eylül 1936 günü Atatürk misafirinin
şerefine bir yemek verir. Dolmabahçe Sarayı'nın salonunda yenen yemek sırasında
İngiltere Kralı, Atatürk'e sorar:
-Türkiye bir savaş anında ne
kadar asker çıkarabilir Ekselans?
Mustafa Kemal'in cevabı şudur:
-Bu düşmana ve savaşa göre
değişir. İcabında kadınlı erkekli bütün Türkler askerdir. Fakat talim görmüş
bir milyon...
Kral biraz düşündü:
-Demek bir savaş çıktığında
derhal iki milyonluk bir kuvvete sahiptirler.
Atatürk düzeltir.
-Hayır ... Umumiyetle yetişmiş asker, nüfusun
yüzde yedi- sekizi hesaplanır.
Kral hayranlıkla Mustafa Kemal'e
bakar, gülümseyerek başını sallar.
-Ben doğru hesap yaptım, Ekselans. Bir milyon
ordunuz, BİR MİLYON DA ŞAHSEN SİZ... Toplamı benim dediğimdir."45
Sakarya Meydan Muharebesi
5 Ağustos 1921
günü Başkumandanlık görevini üstlenen Mustafa Kemal, 15 Ağustos 1921'de Fevzi
(Çakmak) Paşa ile birlikte Polatlı'da Başkumandanlık karargahına gitti. 23
Ağustos 1921 günü, Yunan ordusu tekrar tüm cephelerde saldırıya geçti. Sakarya
Meydan Savaşı, geceli gündüzlü tam 22 gün sürdü. Mustafa Kemal Paşa emrindeki
kahraman Mehmetçik tarihin altın sayfaları arasına yeni bir destan ekledi.
Destan Mustafa Kemal'in şu sözleri ile başlıyordu:
Savunma hattı
yoktur, savunma sathı vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı
vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz.
26 Ağustos 1921: Destanın son
sayfası da 1922'de Dumlupınar Meydan Muharebesi'nin kazanılmasından sonra 1
Eylül 1922'de gene Başkumandan'ın şu sözleriyle kapanıyordu:
Ordular ilk
hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!
Sakarya Meydan
Muharebesi'nin neticesini, 12 Eylül 1921 gününün kararan fecrinde, Genelkurmay
Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa, Basirettepe'den Ankara'ya şu telgrafla
bildiriyordu: "-Anadolu'nun Yunan
ordusu için mezar olacağı hakkındaki kanaatimizin gerçekleşmekte olduğunu arz
ederim."46
Sakarya
Zaferi'nden sonra Atatürk Türk Ordusuna şu şekilde seslenmiştir:
Arkadaşlar,
milletimizi yabancıların ellerinde köle olmuş görmemek için giriştiğimiz bu
muharebe de Sakarya Zaferi gibi adı daima
anılacak yeni ve büyük bir zafer kazandınız. Benim gibi ömrünü senelerden
beri saflarınız yanında geçirmiş olan bir silah arkadaşınız; ezilmiş,
kahredilmiş düşmanın çekilişinden sonra hakkınızda duyduğumuz takdir ve hayreti,
minnet ve şükranı ordunun her ferdi ve memleketin her tarafında duyulacak kadar
yüksek sesle söylemeye lüzum gördüm.
Sakarya
boyunda biz bütün memleket, bütün varlığımız ve istiklâlimiz pahasına denecek
kadar ehemmiyetli büyük bir muharebeye giriştik. 21 gün, 21 gece bir milletin
istilâ ve yağma fikri birbiriyle boğuştu.
Mazlum milletimizi tarihin en
tehlikeli bir zamanında yeniden ışığa ve necata kavuşturan bu muharebede sizin
başkumandanınız olmaktan dolayı bir insan kalbi için mukadder olabilecek en derin
saadet ve iftiharı duydum. Dünyanın hiçbir tarafında ve ordusunda yüreği
seninkinden daha temiz ve daha sağlam bir askere rasgelinmemiştir. Her zaferin
mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Hayatınla, imanınla,
itaatinle, hiçbir korkunun yıldırmadığı demir gibi pâk kalbinle düşmanı nihayet
alt eden büyük gayretin için minnet ve şükranımı söylemeyi nefsime en aziz bir
borç bilirim.47
Sakarya Meydan
Muharebesi'nden sonra 19 Eylül 1921 tarihinde TBMM tarafından Mustafa Kemal
Paşa'ya Gazi ünvanı ve Mareşal rütbesi verildi. Mustafa Kemal'in kendisine
"Gazi"lik ünvanı ve "Mareşal"lik rütbesi verilmesi
dolayısıyla aynı gün TBMM'de yaptığı konuşma ne denli tevazu sahibi olduğunun
çok güzel bir örneğidir:
... Kazanılan bu
başarı, yüksek heyetinizin iradesiyle kuvvet bulan Ordumuzun iradesi sayesinde,
düşman ordusunun iradesinin kırılması suretiyle belirtilmiştir. Bu sebeple
ödüllendirişinizin gerçek muhatabı yine ordudur.48
Dumlupınar, Türk Milleti'nin Tarihinde
Bir Dönüm Noktasıdır
26 Ağustos 1922
sabahı saat 04.30:
Topçularımızın
kulakları çınlatan atışları ile büyük taarruz başladı.
26 Ağustos
sabahı başlayan saldırı, 29 Ağustos gününe kadar çok kanlı geçti. Nihayet Yunan
ordusu aynı gün kaçmaya başladı. Ama Dumlupınar'da kıstırıldı.
30 Ağustos 1922
akşamı Yunan ordusunun ana bölümü yok edilmişti. Esirler arasında Yunan
ordularının komutanı General Trikopis de vardı.
Dumlupınar
Savaşı yeni bir devletin tarih sahnesine çıkışının belgesidir. Gazi Mustafa
Kemal, 31 Ağustos 1922 akşamı muharebe meydanında gördüğü manzarayı şöyle
anlatıyor:
Yeniden bu savaş
meydanını dolaştığım zaman Ordumuzun kazandığı zaferin büyüklüğü, buna karşılık
düşman ordusunun uğratıldığı felaketin korkunçluğu beni çok duygulandırdı. O
karşıki sırtların gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, bütün korunmuş ve
kapanmış yerler, bırakılmış toplarla, otomobillerle ve sayısız araç ve
gereçlerle ve bütün bu bırakılanların aralarında yığınlar meydana getiren
ölülerle, toplanıp karargahlarımızla gönderilmekte olan sürü sürü esir
kafileler, geçekten bir mahşeri andırıyordu...
Gazi Mustafa
Kemal, savaşın neticesini yüce Türk Ulusu'na şu sözleriyle ilan ediyordu:
BÜYÜK
VE ASİL TÜRK MİLLETİ, Garp cephesinde 22 Ağustos 1922'de başlayan taarruz
hareketimiz, Afyonkarahisar'ı, Altıntaş, Dumlupınar arasında büyük bir meydan
muharebesi halinde, beş gün beş gece devam etti.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Ordularının, yiğitliği şiddet ve sürati, Allah'ın yardım
etmesine sebep oldu. Acımasız ve gururlu
düşman ordusunun esas öğeleri, akıllara dehşet verecek katiyetle yok edildi.
Teşkilat ve donanım gibi gelecek ve zaferleri ve ismi, yalnız milletimizin
aklından, ezeli ve edebi imanından meydana gelen Ordularımızı, fedakarlıklara
layık olarak size takdim ediyorum.
En büyük
kumandanından, en genç neferine kadar Ordularımıza hakim olan fikir, milletin
gösterdiği vazife uğruna şehit olmaktır. Milletimizin yapısındaki kudret ve
ülküyü, üç buçuk sene evvel, çalışma arkadaşlarımla ifade etmeye başlayarak,
dayanılmaz müşkülat içinde devam eden mücadelelerimizin neticeleri artık
meydandadır.
Milletimizin
rey ve idaresine dayanan her işin neticesi, millet için hayır ve selamet olduğu
sabit, geleceğe emindir. Ve söz verilen zaferi ordularımızın elde etmesi
muhakkaktır.
Büyük zaferi
önce Mudanya Konferansı (3 Ekim 1922) sonra da Lozan Konferansı (20 Ocak 1922)
takip eder. 11 Ekim 1922 tarihinde "Mudanya Ateşkes Antlaşması" İsmet
Paşa'nın başkanlığındaki Türk heyeti ile, İngiltere (General Harrington),
Fransa (General Chappy) ve İtalya (General Mobelli) delegeleri arasında
imzalanır. Anlaşmanın imzalanmasından hemen sonra 16 Ekim 1922 tarihli New York Times gazetesi şöyle yazıyordu:
Küçük
ve sonsuza kadar uzanıyormuş gibi görünen toprak yolun nihayetindeki Mudanya
kasabasına, barış antlaşmasını, Türk delegesi İsmet Paşa'ya dikte ettirmeye
gelen müttefik kuvvetlerinin temsilcileri, İsmet Paşa tarafından kendilerine
dikte ettirilen anlaşmayı imzaladıktan sonra, rıhtımda kendilerini bekleyen
gemilerine, Türk Ordusunun çaldığı hareketli bir marş eşliğinde biniyorlardı.49
Mustafa Kemal Cesur Bir Askerdi
Mustafa Kemal
cesur, atak, isabetli kararlar alan ve hiçbir zorluk karşısında yılmayan, son
derece kararlı bir askerdi. Özellikle de savaş alanlarındaki davranış ve
konuşmaları onun bu üstün özelliklerini kanıtlardı. Bu güçlü karakteri onunla
birlikte savaşan ve onu yakından tanıyan insanlar üzerinde çok büyük bir etki
meydana getiriyordu. Onunla tanışan yabancı siyasetçi ve gazeteciler kendisine
hayran kalıyorlardı. Onun cesaretini tarif etmek için binlerce hatıra anlatmak
ve binlerce örnek vermek mümkündür. Ancak aşağıda aktaracağımız birkaç örnek bu
cesaretin boyutlarını anlamak için yeterlidir:
Mustafa Kemal her zaman ateş
altında dolaşıyordu. Askerlerin maruz kaldığı her türlü tehlikeyi paylaştığı,
etrafında yüzlerce insan öldüğü halde ona birşey olmuyordu. Bir seferinde yeni
kazılan bir siperin önünde otururken, bir İngiliz bataryası üstlerine ateş
açtı. Top menzilini bulmaya çalışırken, gülleler de gittikçe yaklaşıyordu.
Vurulması, matematiksel bir kesinlik arz ediyordu. Yanındakiler sipere girmesi
için yalvarmaya başlamışlardı. O;
-Hayır,
diye itiraz ediyordu. Sipere gizlenecek olursam, askerlerime kötü bir misal
olurum. Geride siperde bulunanlar korku ve hayretle kendisini seyrederken, o
sigarasını yakmış, hiçbir şey yokmuşçasına gayet sakin konuşuyordu. Düşman
topçusu menzili biraz daha yaklaştırdı. Patlayan şarapnel yağmuru altında üstü
başı toz içinde kaldığı halde, Mustafa Kemal'e bir şey olmamıştı.50
Atatürk'ün
Askeri-Politik Dehası
ve İleri Görüşlülüğü
Mustafa Kemal
Atatürk'ün askeri dehasının yanında bir diğer önemli vasfı, dünya siyasetine
vakıf bir lider olmasıydı. Dünya üzerindeki politik gelişmeleri çok yakından
takip ediyor ve her konuda son derece isabetli tahliller yapıyordu. Siyasi konulardaki
öngörüleri, onun bu ileri görüşlülüğünü tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır.
Vefatının üzerinden 60 yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen, onun
söylediklerinin birer birer gerçekleşiyor olması, bu açıdan son derece
önemlidir. Bu konuyla ilgili bir örnek Atatürk ile Amerikan generali MacArthur
arasında geçen bir görüşmedir:
Son harbin kahramanı ve Japonya
fatihi General MacArthur 1932 yılında Türkiye'yi ziyaret etmişti. Bu vesile
ile, Türkiye'nin lideri ve reformcusu Atatürk ile tanışma fırsatı da kendisine
verilmiş oldu. Her iki büyük asker karşılaştıkları anda birbirlerine karşı
büyük yakınlık duydular. Sıcak bir atmosfer ve samimiyet içinde devam eden bu
uyumlu görüşme esnasında; dünya konularına temasla; hem ümit, hem korku dolu
olarak gelecek hakkındaki düşüncelerini ifade ettiler.
Atatürk,
Avrupa'nın durumu konusunda MacArthur'un sorusunu şöyle yanıtlamıştı:
Versailles
Anlaşması, 1. Dünya Savaşı nedenlerinden hiçbirini kaldırmamıştır. Tersine,
dünün başlıca düşmanları arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirmiştir.
Galipler, yenilenlere barış koşullarını zorla onaylatırken bu ülkelerin etnik,
jeopolitik ve ekonomik özelliklerini görmemiş, yalnızca düşmanlık duygularıyla
girişimlerde bulunmuşlardır. Böylece bugün içinde bulunduğumuz barış dönemi sadece
"silahları bırakma" olmuştur. Eğer siz Amerikalılar, Avrupa işleriyle
uğraşmaktan caymasaydınız, bu "silahları bırakma" dönemi uzar ve bir
gün barışa varılabilirdi.
Bence,
dün olduğu gibi, yarın da Avrupa'nın geleceği, Almanya'nın davranışlarına bağlı
görünüyor. Büyük bir dinamizme sahip olan 70 milyonluk çalışkan ve disiplinli
bir millet, ulusal tutkularını kamçılayacak bir siyasal akıma kendilerini
kaptıracak olursa, Versay Sözleşmesi'ni ortadan kaldıracaktır."
Atatürk, "Almanya'nın çok kısa sürede, İngiltere ve
Rusya dışında bütün Avrupa'yı egemenliği altına alacak güçte ordu
kurabileceğini, savaşın en geç 1940-45 yıllarında patlayacağını, Fransa'nın
güçlü bir ordu kurma yeteneğini yitirdiğini ve İngiltere'nin adalarını korumak
için Fransa'ya güvenemeyeceğini"52
söylemiş, bu tahminler ilerleyen yıllarda aynen gerçekleşmiştir.
Atatürk'ün
İtalya konusundaki görüşü ise şöyledir :
İtalya,
Mussolini'nin yönetiminde unutulmayacak aşamalar yapmıştır. Eğer Mussolini,
gelecekteki savaşın dışında kalabilmek başarısını gösterebilirse, barış
masasına güçlü bir devlet olarak oturabilir. Ama korkarım ki, İtalya'nın bugünkü lideri Sezar rolünü
oynamaktan kendini alamayacaktır. Bu da İtalya'nın askeri bir gücü olmadığını
hemen ortaya çıkaracaktır.
İtalya
hakkındaki bu tahmin de doğru çıkmış, Mussolini'nin ordularının hiç de güçlü
olmadığı II. Dünya Savaşı'nın ilk yıllarında açıkça ortaya çıkmıştır.
Atatürk, General
MacArthur ile yaptığı konuşmada, Amerika'nın geçen savaşta olduğu gibi tarafsız
kalamayacağını ve savaşa katılmasıyla Almanya'nın yenileceğini de belirterek,
sözlerini Sovyet ve Japon tehlikelerine dikkat çekerek şöyle sürdürmüştür :
Avrupa'da çıkacak savaşı kazanan
ne İngiltere, ne Fransa, ne de Almanya olacaktır. Savaşı Bolşevik Rusya
kazanacaktır. Rusya'nın yakın komşusu ve onlarla en çok savaşmış bir ulus
olarak biz Türkler, oradaki olayları yakından izliyoruz. Tehlikeyi bütün
çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan doğu halklarının duygularını pek güzel
kullanan, onları okşayan ve kinlerini dile getirmesini bilen Bolşevikler, yalnız Avrupa'ya değil,
Asya'ya da gözdağı veren bir güç haline gelmektedir.
Avrupa
devlet adamları başlıca anlaşmazlık konularını her türlü bencillikten uzak,
yalnızca genel çıkarlar yönünden ele almazlarsa, korkarım ki, felaket önlenemeyecektir.
Avrupa'nın sorunu artık İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki anlaşmazlık
değildir.
Bugün
Avrupa'nın doğusunda bütün uygarlığı, üstelik insanlığı tehdit eden yeni bir
güç belirmiştir. Bütün maddi ve manevi olanaklarını topluca, bir dünya devrimi
için seferber eden bu korkunç güç, üstelik Avrupa ve Amerikalıların
bilmedikleri yepyeni politika yöntemleri uygulamakta ve karşıtlarının en küçük
hatalarından bile yararlanmaktadır. Kanaatime
göre Avrupa'da çıkacak bir harp, hemen Asya'ya sıçrayacak ve Japonya, Asya
üzerindeki arzuları için lüzumsuz kahramanlıklara kalkışacaktır.53
II. Dünya
Savaşı, tam da Atatürk'ün 1932 yılındaki bu analizine göre gelişmiş,
Avrupa'daki savaşın en büyük galibi, Almanya'nın yenilgisinde en büyük pay
sahibi olan Sovyet Rusya olmuştur. Bunun
ardından Sovyet Rusya tüm Doğu Avrupa ve Orta Asya üzerinde hakimiyet
kurmuştur. Japonya ise tam Atatürk'ün öngördüğü gibi "Asya üzerindeki
arzuları için lüzumsuz kahramanlıklara kalkışmış", Çin'i işgal etmiş,
ardından Pasifik'te yayılmaya çalışmıştır.
Yukarıda alıntı
olarak aktardığımız bu sözleri, Türk Milleti'ne modern Türkiye Cumhuriyeti'ni
hediye eden Mustafa Kemal Atatürk'ün dünya politikasını ve dünya üzerindeki
siyasi gelişmeleri çok yakından takip eden ve son derece isabetli tahliller
yapıp değerlendirebilen büyük bir devlet adamı olduğunu da ortaya koymaktadır.
Atatürk Almanya'nın ve İtalya'nın 2. Dünya Savaşları'ndaki rolünü, Rusya'nın
kazanacağı gücü yüzde yüz isabetle tahmin etmiş, önlem alınmazsa savaşın
kaçınılmaz olacağını ortaya koymuştur.
Atatürk'ün gerek
Türkiye, gerekse dünyaya ilişkin yargıları hep doğru çıkmıştır. Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından
Atatürk adlı eserde Atatürk'ün bu yönü şu şekilde anlatılır:
... Birinci Dünya Savaşı'nı
kaybedeceğimiz, İkinci Dünya Savaşı'nın çıkacağı, Kral Edward'ın Madam Simpson
için tahtından ayrılacağı, Mussolini'nin halkı tarafından linç edileceği,
İkinci Dünya Savaşı'nda Romanya'nın kaderi, Hatay konusunda Fransa'nın tutumu
hep doğru tahmin ettiği olaylardır... Özellikle uluslararası ilişkilerde
belirginleşen bu ileri görüşlülük 1935 yılında Gladys Baker'ın ağzından
aktarılan şu öyküde iyice vurgulanır:
"Savaş
çıktığı takdirde Amerika tarafsızlık siyasetini koruyabilecek mi?" "Olanak yok" dedi. "Olanak
yok. Eğer savaş çıkarsa, Amerika'nın milletler topluluğunda işgal ettiği yüksek
durumu herhalde etkili olacaktır. Coğrafi durumları ne olursa olsun, milletler
birbirlerine birçok bağlarla bağlıdırlar."54
Atatürk Kurtuluş
Savaşı sırasında yaptığı tahminlerle de çok iyi bir komutan olduğunu, ileri
görüşlülüğünü ve üstün askeri bilgisini ortaya koyuyordu. Yunus Nadi'nin
aktardığı aşağıdaki olay onun, düşmanını ne kadar iyi tanıdığını da ortaya
koymaktadır:
Sakarya
Muharebesi'nden sonraydı. Erkan-ı harp zabiti cepheden alınan malumatı
Başkumandan Müşir Gaze Mustafa Kemal'e okuyordu. Malumat meyanında cephe
kumandanlarından birinin Seyit Gaze veya Döker'in bilmem ne kadar şark veya
şimalinde bir düşman fırkası görüldüğünden bahsediyordu. Paşa kaşlarını
çatarak, "Hayır, orada düşman fırkası olamaz ve yoktur. Yazınız, iyi
baksınlar!" dedi. Erkan-ı harp zabiti gittikten sonra orada iki saat daha
kaldı. Biz öğle yemeği yerken, zabit tekrar geldi. "Haber aldım, filhakika
(gerçekten) orada düşman fırkası yokmuş efendim" dedi. Cephedeki kumandan
gözle görülen bir düşman fırkasından bahsederken, Gazi Paşa, altı yüz kilometre
uzaktan orada düşman fırkası olmadığını görüyor ve ihtar ediyordu.55
Atatürk, Türk
Ordusu ve
Türk Milleti
İçin Ne Dediler?
Atatürk
bir asker olarak, amansız ve hatta bazı anlarında ümitsiz gözüken bir
mücadeleden muzaffer çıkmış ve sonra da devlet sorumluluğunu üzerine almıştır.
29 Ekim 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin ilânı, onun diplomatik dehâsının bir
eseridir. Türk Devleti'nin demokratik gelişmesini engelleyen, mâziden kalma
bazı gelenek, örf ve âdetlerin değiştirilmesi veya kaldırılması gerekiyordu. O
cesurâne ve azimkârane ideallere sahipti, yılmak bilmeyen bir yaratıcılıkla
eserlerini gerçekleştirmeğe başladı... Atatürk, Almanlarla geleneksel, yürekten
ve karşılıklı güvene dayanan ilişkiler kurmuş ve sürdürmüştür.56
Ludwig ERHARD
Batı Alman Cumhurbaşkanı
Türk
Ulusal Ordusu güçlü ve etkindir. İngiltere Hükümeti bunu kavrayabilmiş
değildir. Yepyeni bir Türkiye doğmuştur. Bu da ingiltere'de henüz anlaşılmış
değildir. Türk'ü Avrupa dışına, Anadolu'ya itmeye çalışmak, çılgınlıktır!57
İngiliz General Townshend
27 Temmuz 1922
Mustafa
Kemal Bey, sorumluluk yüklenmekten korkmayan doğuştan bir şef idi. 25 Nisan
sabahı 19. Tümeniyle kendiliğinden düşmana saldırmaya karar verdi. Onu kıyıya
sürdü ve üç ay boyunca kendisine yapılan çetin saldırılara inatçı ve sarsılmaz
bir karşı koymada bulundu. Onun azmine tam olarak güvenebilirim.
Liman Von SANDERS
Alman Generali
Millî
Kahraman Atatürk, memleketini kurtarmayı ve millî bir geleceğin temellerini
atmayı başardı. Memleketini görüşmelerle ve Cenevre metodlarıyla
kurtaramayacağına inanarak mücadele yolunu seçti. Bunda yalnız çelik bir irade
ve kuvvet başarısı olabilirdi. Memleket içindeki eseri, daha az hayranlığa
lâyık değildir. Almanya, ATATÜRK'ün eserine ve mücadelesine hayrandır. Onda,
tarihi eseri, özgürlüğü seven bütün milletler için bir sembol olarak kalacak
kudretli bir kişilik görmektedir.
Berlin, Alman Ajansı
Atatürk,
yeni Türkiye'nin yaratıcısı olduğu kadar, ulusunun eğiticisi ve yetiştiricisi
olmuştur. Atatürk, kişiliğinin kuvvetiyle milletleri içten ve dıştan değiştiren
savaş şefleri arasında özel bir yer tutacaktır. O, yeni Türkiye'nin yaratıcısı
ve kurucusu olmuştur. Yakın doğunun şimdiki çehresini bu adam tespit etti.
Alman Germania Gazetesi
Kendisinin
tarihi büyüklüğü, eseri olan yeni Türkiye'ye bakılarak bu günden ölçülebilir.
Çelik gibi azim ve gayreti, uzağı gören akıl ve hikmetle birleşmiş olan bu
gerçek halk önderi ve devlet adamı; Anadolu dağlarının en uzak ve ıssız
köşesindeki köylere bile başka bir ruh aşılamıştır.
Alman Illustrierte Dergisi
Atatürk'ün
hayatı ve Türk Milleti'nin yeniden uyanış ve kalkınış, Türk Milleti'nin ruhunun
ilk evini henüz yirminci asırda kurmuş olmadığı kanaatini gösteriyor. Kemâl
Atatürk ile yüzlerce asrın derinliğinden kahraman bir ruh aydınlığa yükseliyor
ve bu ruh, dünyanın esarete düşmüş kısımlarındaki milletlere hürriyet ve
kurtuluş yolunu gösteriyor. Onun hüviyeti, Nil sahillerinden eski Çin
denizlerine kadar uzanan bir efsane olmuştur. Bununla beraber o gene milletinin
ortasındadır. Olgun ve kemâle ermiş zekâsıyle, münevver ve ebedi gençliğin
yorulmak bilmez kudret ve ciddiyetine mazhar olan, o, kendi milleti ve
beşeriyet âlemi için beslediği muhabbetle, bir dâhinin neler yarattığına dair,
cihana fevkâlâde heyecanlı bir sahne seyrettirmektedir.
Mustafa
Kemâl, hırpalanmış, silahı elinden alınmış olan milletle elele vererek tarihe
yeni bir devir açmak için mücadeleye atıldı ve mücadelesinde, ruh kudretinin
dünya yüzündeki bütün silahlardan üstün olduğunu ispat etti.
Mustafa
Kemâl'i yüksek kumandanların çoğuna üstün kılan nitelik, ölümü küçümsemek ve
yiğitlik göstermek bakımından askerlerine en büyük örnek olmasıdır.58
Profesör Herbert MELZIG,
Alman Tarihçisi
Atatürk
bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk halkına ilham
veren liderliğini, modern dünyanın ileri görüşlü anlayışını ve bir askeri lider
olarak kudret ve yüksek cesaretini hatırlatmaktadır.
Çöküntü
halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye'nin doğması, yeni Türkiye'nin
özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde ilân ve o zamandan beri
koruması, Atatürk'ün Türk halkının işidir. Şüphesiz ki, Türkiye'de giriştiği
derin ve geniş inkılâplar kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini daha
başarı ile gösteren bir örnek yoktur.59
John F. KENNEDY,
ABD Başkanı, 10 Kasım 1963
Asker-devlet
adamı, çağımızın en büyük liderlerinden biri idi. Kendisi, Türkiye'nin,
dünyanın en ileri memleketleri arasında hak ettiği yeri almasını sağlamıştır.
Keza o, Türklere, bir milletin büyüklüğünün temel taşını teşkil eden, kendine
güvenme ve dayanma duygusunu vermiştir. Ben, Atatürk'ün sadık arkadaşlarından
biri olmakla büyük bir iftihar duyuyorum.
General MacARTHUR
Kemâl
hakkında almış olduğum malûmat çok tazedir. Bu husustaki bilgilerimi kendisini
çok iyi tanıyan birisinden temin ettim. Sosyalist Sovyet Cumhuriyetleri Birliği
Hükümeti'nin tanınması hakkında Sovyet Rusya Hariciye Nâzırı Litvinof ile
görüşürken kendisine onun fikrince bütün Avrupa'nın en kıymetli ve en ziyade
dikkate değer devlet adamının kim olduğunu sordum. Bana verdiği cevapta:
Avrupa'nın en kıymetli devlet adamının bugün Avrupa'da yaşamadığını, bunun
Türkiye Cumhurreisi Mustafa Kemâl olduğunu söyledi.
Franklin
D. Roosevelt'in bu sözlerine karşı, Disraeli'nin İngiltere'yi idare ettiği
zamandan beri, Avrupa'da o ırktan gelmiş bütün devlet adamları içinde en
maharetlisi olan Litvinof tarafından söylenmiş olan bu mütaleânın çok kıymetli
olduğunu beyan ettim.60
Roosevelt, Franklin D.
ABD Başkanı, 1928
Kemal
Atatürk'ün çağımızın yetiştirdiği en büyük devlet adamlarından biri olduğu
hakkında en ufak bir kuşkum yoktur. Benim ülkemin en büyük adamlarından biri
olan Winston Churchill, "Atatürk"ü 1. Dünya Savaşı ve sonrasının en
büyük dört-beş simasından biri" olarak anlatır. Churchill ondan "Türk
Milleti'nin önderi, büyük bir asker olarak Savaşçı Prens" diye söz
etmişti. Gerçek de budur. Atatürk herşeyden önce, büyük bir askerdi; fakat
zamanla, büyük bir devlet adamı oldu. Tarihin bize anlattığı pek çok büyük
askerler ve büyük devlet adamlarının yanında, bu iki özellliği kendinde
toplayan pek az kişi vardır ve Atatürk, bu seyrek görülür kişilerdendir. O
büyük bir asker-devlet adamıdır. Atatürk, bir taraftan savaş adamı, öte yandan
da barış adamıdır. İçindeki büyük askeri deha, milletini çökmekten kurtarmış ve
yine içindeki devlet adamı özelliği, hayatına ışık saçtığı milletinin yeniden
doğuşunu sağlamıştır. Bu büyük başarı, insanlarda az rastlanan yetenek
birleşimlerinin eseridir.61
Mustafa
Kemal, sonraki adıyla Kemal Atatürk, yirminci yüzyılın ilk yarısını olağanüstü
kişiliğiyle etkilemiş büyük bir asker ve devlet adamıydı. Onu çağının
diktatörlerinden ayıran iki önemli nokta vardı: Dış politikası, sınırları
genişletmek yerine daraltmak esasına; iç politikası ise kendi ölümünden sonra
da ayakta kalabilecek bir siyasal sistem kurmak düşüncesine dayanıyordu. Bu
gerçekçi ruhladır ki, memleketini yeniden canlandırmayı ve yıkık, dağınık
Osmanlı İmparatorluğu'ndan yeni, katıksız bir Türkiye Cumhuriyeti yaratmayı
başarabildi.62
Lord Kinross, İngiliz Yazar ve Gazateci
Mustafa
Kemal'e asi demek kolay. Ama, Türkiye'nin yerinde İngiltere'yi varsayın, böyle
bir adam asi değil, gerçek bir yurtsever olurdu: Vatanı için dövüşen, onun
bölünmesini ve bir imparatorluğu ne kurmaya, ne de yönetmeye gücü yeten bu
miskin Yunanlılara verilmesini kabul etmeyen bir yurtsever.63
Lord Derby, İngiliz Devlet adamı
Mustafa
Kemal hazretleri herşeyden önce tam anlamıyla savaşçı bir komutan, metin, geniş
simalı, derin ve mütekâşif düşünceli, sert ve canlı sözlü bir zattır...
General Charles Sherrill
ABD Ankara eski Büyük elçisi
Unutmamalıdır
ki Kemâl, Dumlupınar'da parlak bir strateji kabiliyeti göstermiş ve düşmandan
çok az olan Türk kuvvetlerinden gereğince yararlanmayı bilmiştir.
Dünya
üzerinde istilâ orduları, Yunanlıların uğradıkları büyük bozgun gibi bir
yenilgiyle pek az karşılaşmışlardır.64
General Charles Sherrill
ABD Ankara eski Büyük elçisi
Ankara'da
bulunduğum zaman Güneş'e bakar, fakat bu Güneş'i ufukta değil, Çankaya'da
görürdüm. Samimiyetle diyebilirdim ki, hakiki Güneş, Çankaya'daki Güneş'ti.
Atatürk'ün acı kaybı dünya için büyük bir kayıptır. Onun yüksek dehâ ve azimkâr
karakterine karşı büyük bir hayranlık besliyen Belçika Kralı, bu duygularını
eylemde de göstermek için beni, Büyük Ölü'nün cenaze töreninde bulunmaya memur
etti.
Bütün
Belçikalılar, yasınıza içtenlikte katılıyorlar. Mebusan Meclisi'nde Atatürk'ün
anısını anmak için yapılan gösteri bunun bir delilidir.65
De RAYMOND
Belçika'nın Eski Ankara Elçisi
Büyük
Asker, cesaretli ıslahatçı ve müstesna devlet adamı "Atatürk" adını
haklı olarak taşımış olan adam, artık yaşayanlar arasında değildir. Yeni
Türkiye'nin tarihi son on beş yıl içinde, onun adına ayrılmaz bir surette
bağlıdır. O, Osmanlı İmparatorluğu'nun en tehlikeli anlarından birinde politik
sahnede gözükerek memleketin enerjisini canlandırmayı ve millî gelecek için
iman ilham etmeyi başarmıştır. O anda devletin var olması söz konusuydu ve Türk
Milleti yenilmişti, ümitsizlik içinde bulunuyordu. Görevi kolay değildi. Uzun
ve çetin bir savaştan sonra, Türk topraklarının üçte ikisi yabancı askerler
tarafından işgal edilmişti ve kendisi iki cephede savunmaya mecbur bulunuyordu:
Dışta düşmanla, içte Sultan'la...
Atatürk,
verdiği örnekle hepsi kendi fikirlerine bağlı genç ve enerjik devlet adamı,
asker, yönetici ve bilgin yaratmıştır.
B. PAVLOF
Bulgaristan, Ankara Orta elçisi
Hiçbir
memleket, Yeni Türkiye'nin Ata'sı tarafından başarılan yenilik kadar çabuk ve o
kadar derin bir yenileşme görmemiştir. O, her tarafta dâhi bir asker, müstesna
bir ıslahatçı ve yurdun kurtarıcısı olarak bilinmektedir. Bu derecede insanlar,
yüzyıllar içinde yalnız bir defa görülür. Şimdiki Türkiye'nin tarihi bu
müstesna devlet adamının tarihidir.66
Dness Gazetesi
Bulgaristan
Eserini
O, bir savaşçı ve bir de devlet adamı olarak meydana getirmiştir. Atatürk'ün
askerlik eserini iyice anlayabilmek lâzımdır: Yıkılmış bir devlet, bozguna
uğramış bir ordu, bitkin ve umutsuz bir millet!
Buna
rağmen Atatürk, karşısına çıkarılan bütün orduları ezdikten sonra, Lozan'da
1923 Haziranı'nda yenilmişlere millî Türkiye Devleti'ni dikte etmiştir.
Atatürk, hudutlarını çizmiş olduğu Türkiye'nin ona öncekinden daha büyük
görevler yükleyeceğini kavramıştı. O, arkasında modern bir devlet bırakmıştır.67
Berlinske Tidence Gazetesi
Danimarka
Atatürk,
şahsiyet ve yeteneğin dev gibi bir simgesi idi, O, yirminci yüzyılın en muazzam
olayını yaratan adamdı. Gerçekten meydana getirmiş olduğu eser, yarı Doğulu
olan ve halifenin şahsiyle dini tek kuvvet olarak tanıyan bir milleti modern,
lâik ve millî bir devlet haline getirmesidir. Hakikatte, Doğunun ruhuna kök
salmış sembollerin atılmasını yeni bir hayat için radikal bir değişmeyi ifade
ediyordu.
Atatürk'ün
dış politikası, tarihte bir örnek olarak kalacaktır. Dostça anlaşmalarla dış
borçlar sorununu düzeltmiş, Boğazları tekrar sağlamlaştırmış, kan dökmeden
Hatay sorununu çözmüştür.
Birçok
islâhat arasında işçiye yeni bir hayat standardı sağlamış olan Atatürk,
arkasında manen ve maddeten kendi izi üzerinde yürüyebilecek kudrette
donatılmış bir Türkiye bırakmıştır.
National Tidence Gazetesi
Danimarka
"Tarihte
büyük bir diplomatın veya ünlü bir kumandanın hayatını okuduğumuz onun yüzünü,
sözünü, bakışlarını hayal etmekten zevk duyar ve kendi kendimize: "Onu
görsek ve tanısak ne iyi olurdu" deriz.
"Bugün
Türkiye'nin yazgısını yöneten büyük diplomat, büyük asker ve büyük inkılâpçı
Kemal Atatürk'ün heyecanlı hayatını yıllar geçtikten sonra hayranlıkla
öğrendikleri zaman, hiç kuşkusuz çocuklarımız da böyle düşüneceklerdir.
Kumandanlık yaptığı zaman galip gelerek ülkesine bağımsızlığını kazandıran,
Devlet Başkanı sıfatıyla Cumhuriyeti ilân edip kurumlandıran Atatürk'ün hayatı
elbette ki heyecanlıdır.
...
Fakat Kemâl Atatürk'ün karakterinin bir cephesini göstermek itibariyle bir
noktayı hatırlatmak isterim. Bize savaşlarından birini anlatıyordu. Birdenbire
durdu:
'Görüyorsunuz
ya' dedi: 'Birçok zaferler kazandım. Fakat bunların en büyüğünden sonra bile
her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir
keder duyuyorum."
Cesaret
ve zekâsından başka yüreği bu kadar yüce olan böyle bir Şef'in, yurdu için
mucizeler yaratmış olmasına şaşılabilir mi?...68
George BENNES,
Fransa,
Vu Gazetesi - 1938
Kemâl
ortaya çıkıncaya ve önümüze, yaşayan bugünü ölü geçmişin zaferlerini hatırlatan
yeni bir Asya çıkarıncaya kadar Türkiye, Avrupa'nın "Hasta Adam"ı
diye adlandırılıyordu. Bu örnek bize Doğu'da yeni bir yaşam umudu verdi ve bu
açıdan Kemâl'in ruhu bizim saygılı hayranlığımıza lâyık olmuştur. Ölümü Türkiye
için olduğu kadar bütün dünya için de büyük bir kayıptır. Kemâl Paşa'nın
kahramanlığı sadece savaş alanlarında değildir. Belki de bir halkın savaşması
gereken en öldürücü düşman olan bilinçsiz boş insanların zulmüne karşı, bıkmaz
bir savaş sürdürdü. Kendi halkı için büyük bir kurtarıcıydı. Bizim için büyük
bir örnek olmalıdır.
Rabindranath,
Hintli Düşünür
Atatürk,
yalnız Türk Milleti'nin değil, özgürlüğü uğruna savaşan bütün milletlerin
önderiydi. Onun direktifleri altında siz bağımsızlığınıza kavuştunuz. Biz de o
yoldan yürüyerek özgürlüğümüze kavuştuk.69
Sucheta KRIPALANI
Hint Parlamento Heyeti Başkanı
Çağımızda,
uzak görüşlü, cesur, siyasî, sosyal ve ekonomik reformlarla Türkiye'yi, bugünkü
modern cumhuriyet haline getiren Kemâl Atatürk'tür. Aynı zamanda bugün
Türkiye'nin Avrupa Ortak Pazarı'na girebilecek düzeye gelmesini sağlayan modern
ekonominin temelini hazırlayan da yine odur. Atatürk, kişiliğiyle, sorumluluk
duygusu ve medeni cesaretiyle örnek olmuştur. Bu meziyetlerin,
vatandaşlarınızın birçoğunda da var olduğunu gözlemiş bulunuyorum. Atatürk ve
arkadaşları, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bugüne kadar elde ettiği itibarın
temelini atmışlardır.
Kemâl
Atatürk'ün dediği gibi, Türk Milleti, durmadan ve korkmadan uygarlık yolunda
ilerlemeye hazır ve kararlıdır. Ben de ilerlemenin ekonomik kuvvet ve zenginlik
alanında da aynen gözlendiğini eklemek isterim.70
LUNS
Hollanda Dışişleri Bakanı
1.
Cihan Savaşı'nda, Gelibolu Yarımadası'ndaki kahramanlık destanı olan mücadelede
ve Kurtuluş Savaşı'daki davada yüksek dehâsı kendisine tam ve parlak zaferler
kazandırmıştır.
Yüksek
ruhu ve sebatı sayesinde herhangi bir komutan, sinirini kıracak zorlukları ve
talihsizlikleri sarsılmaksızın atlatmıştır.
The Times Gazetesi
İngiltere
Atatürk'ün
ölümüne bugün hayatın artık hatıradan başka bir şey olmadığı bir âlemde büyük
bir devlet adamı, büyük bir asker, büyük derecede şerefli bir şahsiyet olarak
ağlanmaktadır. İngiltere önce, cesur ve asil bir düşman, sonra da sadık bir
dost olarak tanıdığı büyük adamı selamlamaktadır.71
Sunday Times Gazetesi
İngiltere
"Çok
mükemmel komuta edilen ve cesaretli dövüşen Türk Ordusuna karşı
savaşıyoruz."
Hamilton,
Gelibolu Yarımadasının İngiliz Başkomutanı
Tarihte
bir tümen komutanının üç ayrı cepheye, duruma nüfuz ederek, yalnız bir harbin
gidişine değil, bir cephenin akibetine, hatta milletin kaderine tesir edecek
bir vaziyet yaratmasının bir eşine çok nadir rastlanır.72
General Aspinal
Atatürk'ün
adı bizde hemen hemen 50 yıl önce parlak bir Türk askeri kumandanı olarak
biliniyordu. Barışı takiben ona büyük millî liderler arasında tarihteki sürekli
yerini kazandıran devletçilik nitelikleriyle Atatürk'ü tanıdık. Bugün,
Türkiye-Batı bağlaşması içinde İngiltere ortaklık yapmaktadır. İngiltere ve
Türkiye aynı genel politikayı uygulamakta ve çeşitli alanlarda fayda sağlayan
işbirliğinde bulunmaktadırlar. Mutlu işbirliği, büyük anlamda Atatürk'ün
çalışmalarının neticesidir.
Atatürk'ün
ölümünün 25. yıl dönümünde, onu kahraman asker olarak saygı ile anar, modern
Türkiye'nin Ata'sını, devlet adamı Atatürk'ü takdir ve şükranla anarız."73
Sir A. Douglas HUME
İngiltere Başbakanı
General
Mustafa Kemâl'in Atatürk adı ile adlandırılması, kendisinin Osmanlı
İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşı'nı kaybetmesinden sonra, Türk
Devleti'nin onurunu kurtarmak amacıyla atılmış olduğu cüretkâr savaştan sonra,
yeni Türkiye'nin kalkınmasının Ata'sı olduğunu gösterir.
Yirminci
yüzyıl tarihinin Atatürk'ün şahsına önem verilmesi kadar doğal bir şey olamaz,
zira Atatürk milletinin yenilgisini zafere, çöküşünü yükselmeye, gerilemesini
ilerlemeye çevirmek yolunda yurt görevinin kendilerine yükletmiş olduğu
ödevleri yerine getirmek için, durumu memleketleri lehine çevirmeye hazır
bulunan cesur subayların canlı bir örneğidir.74
Abdülsselâm ARİF
Irak
Atatürk
gibi insanlar bir nesil için doğmadıkları gibi belli bir devre için de
doğmazlar. Onlar önderlikleriyle yüzyıllarca milletlerin tarihinde hüküm
sürecek insanlardır.
Tahran Gazetesi
İran
Mustafa
Kemal Atatürk, kuşkusuz 20. yüzyılda dünya savaşından önce yetişen en büyük
devlet adamlarından biri, hiçbir millete nasip olmayan cesur ve büyük bir
inkılâpçı olmuştur.75
Ben Gurion
İsrail Başbakanı (1963)
"Büyük
adamlar, kuşaklarının başındadır. Türk Milleti'nin başındaki büyük ve dahi
Atatürk, politika ve savaş alanlarında yılmayan büyük ve yurtsever bir insandı.
Onun
çevresinde toplanan kahraman Mehmetçiklerle, parçalanmış olan memleketi birleştirdi
ve ümitle yaşıyan millete mucizeleriyle zaferler kazandırdı.
Kahraman
Atatürk, milletlerin kurtuluşlarına kendilerini adamış olan kurtarıcıların ve
onları ıslah eden kişiler ve milliyetçi adamların bir sembolü olarak daima
yaşıyacaktır.76
KERAMA
Lübnan Başbakanı, 10 Kasım 1963
Üstün
iradesi, tükenmez cesareti ve eşsiz seziş ile hasımlarını dize getirdi. Fazilet
ve ciddiyeti, üç yılda memleketine yalnız askeri, aynı zamanda tam ve doyurucu
bir siyasi zafer kazandırdı.77
F. Perrone Di San Martino
İtalyan Yazar
...
Açıklanamayacak ve yalanlanamayacak olan şey; direnme fikrinin, Türkiye'nin
daha iyi bir geleceğe layık olduğu anlayışının, güçlü ve dostlarının saygı
gösterdiği, düşmanlarının da korktuğu Türkiye'nin, geçmişten kalma herşeyle
bağını koparmış Türkiye'nin kurulması fikrinin, Mustafa Kemal'in ruhunda
doğduğu, onun zekası ile işlendiği ve onun elleriyle gerçekleştirildiğidir.78
Thomas Vaidis
Yunanlı Fikir Adamı
Kemal
Atatürk, yalnız bu yüzyılın en büyük adamlarından biri değildir. Biz Pakistan'da,
onu geçmiş bütün çağların en büyük adamlarından biri olarak görüyoruz. Askeri
bir deha, doğuştan bir lider ve büyük bir yurtsever olan Kemal Atatürk,
memleketinizi yeniden büyüklük yoluna koydu. O yalnız sizin milletinizin
sevgili lideri değildi. Dünyadaki bütün Müslümanlar gözlerini sevgi ve
hayranlık hisleriyle ona çevirmişlerdi. O, Müslüman dünyasında yeniden siyasi
uyanış yönünden ileriye doğru cesur bir adım atan bir avuç insandan biriydi.79
Eyüp HAN
Pakistan Cumhurbaşkanı, 10 Kasım 1938
Sultanları
kovan, orduları tarümar eden, Çanakkale kahramanı, Sakarya'nın yaratıcısı
Mustafa Kemal öldü. Türkiye'yi en kuvvetli devletler düzeyine çıkartan; vatanı
kölelikten özgürlüğe, horlanmaktan şerefe götüren Atatürk öldü. Zulmün en büyük
düşmanı öldü. Kalblerimiz bu büyük acı karşısında titriyor.80
Ebabil Gazetesi
Beyrut, 1938
Modern
devlet adamları arasında, yeni Türkiye'nin şefi yüksek bir yer tutmaktadır.
Görevi Türk tarihinde en nazik olanlardan biri idi ve bunu şayanı hayret bir
şekilde başarmaya muvaffak oldu. Bu hayret verici başarı, mücadelerle
çelikleşmiş olan karekter ve sarsılmaz iradesi sayesinde mümkün olmuştur.
Ölümü, Türkiye'nin sarsılması demek olmayacak, zira bütün genç nesil, şefi
tarafından çizilen yolu iman ve şevkle takip etmektedir.81
Ujmagyar Gazetesi
Budapeşte, 1938
Milletimiz
Gazi'nin ölmez eseri için en büyük hayranlığı onun sahasında, savaş
meydanlarında, büyük asker olduğunu tesbit ettikten sonra, herşeyin tamamen
kaybolduğu zannedildiği bir anda, milletinden ümidini kesmeyi ve yenilgiyi
kabul etmeyi şiddetle reddeden Tanrı'nın seçtiği büyük insanı anıyoruz. O,
güçleri birleştirmeyi, kırılmış cesaretleri yükseltmeyi bilmiş ve talihi
zorlayarak, millî ülkenin bütünlüğünü tekrar kurmuş ve memleketinin bağımsızlık
ve egemenliğini kazanmasını başarmıştır. Atatürk böylece, ölümü esirliğe tercih
eden bir milletin neler yapabileceğini hayretler içinde bulunan dünyaya
göstermiştir. Bu örnek unutulmayacaktır.
Biz
memleketin egemenliğinin mimarı olarak Atatürk'ün şahsına, parçalanmak yolunda
olan bir imparatorluğun yıkıntısı üstünde hayranlık duymaktayız.
Onun
ölmez eseri, egemenliklerini elde etmiş milletlerin kaderlerine hükmedenler
için ışıklı bir örnek ve bir ilhâm kaynağı olarak kalacaktır.82
Habib BURGIBA
Tunus Cumhurbaşkanı
Atatürk
yeni Türkiye'yi kılıcı ile meydana getirmiş ve dehâsı ile düzenlemiştir. Onun
yaratıcı ruhunun ve ateşli yurtseverliğinin harekete geçmemiş olduğu hiçbir
alan yoktur. Eski Türkiye'nin bütün felâketlerinin kaynağı Osmanlı Devleti'nin
içişlerine yabancı devletlerin karışmaları olduğunu anlayan ilk adam olmuştur.
Atatürk, Türkiye'yi ufalma ve bölünmeye uğramaktan kurtarmıştır. Şimdiki
Türkiye, hem kendi yakınında, hem de bütün Avrupa'da birçok dostlara mâliktir.
Bütün dünyanın hayranlığını kazanan ve Türkiye'nin hayatının en şerefli
devresini teşkil eden işte ıslahat ayrıksız, siyasi, iktisadi içtimaî, fikri,
ilâh... bütün alanları kapsar.
Bu
düzenlemenin tarihi 1923'tür. Yani Lozan Anlaşması'nın imzalanması tarihidir.
Bu anlaşmayı diğer devletlerden evvel, Türkiye'ye 150 yıldan beri geleneksel
dostluklarla bağlı olan Polonya kabul etmiştir. Millî onur duygusuna sahip olan
Türk Milleti'nin, babası olan Atatürk'ü, sarsılmaz bir aşkla sarmasında hayret
edilecek hiçbir şey yoktur. Yeni Türkiye milletlerarası siyasette hesaba
katılması gereken bir eleman olmuştur. Türkiye'nin modernleşme ve yenileşme
hareketi devam ediyor. Osmanlıların "Hasta Adam"ı iyileşmiştir.
İlerlemesi ve enerjisi yerindedir. Atatürk, bunu yapmakla gerçekten bir mucize
göstermiştir.83
Gazeta Polska
Varşova, 1938
Atatürk'ün
dehası, tarihte Türk Milleti'nin taşıdığı ruhun ve faziletin en yüksek
örneklerinden birini teşkil edecektir.
Branko Aczemoviç
Yugoslavya Elçisi
Tarih,
silinmez harflerle bu devlet adamın ismini hak edecektir. Atatürk bir halk
adamıdır. Kırılmaz azmi, keskin zekâsı ve kudreti kendisini yendiği alın
yazısının önüne getirmiş, böylece yeni Türkiye'nin yaratıcısı olmuştur.84
Politika Gazetesi
Yugoslavya
Türk
Milleti'nin özgürlük ve Türkiye'nin millî kalkınması için çetin mücadelelere
adı karışan Kemal Atatürk'ü memleketimiz çok iyi tanır.
Atatürk
Türk Milleti'ni, kışkırtıcı kuvvetlere, emperyalistlere ve silah zoru ile Türk
Milleti'ni ezerek memleketi büyük devletlerin bir sömürgesi haline getirmek
isteyen kuvvetlere karşı savaşa girmesi için uyandırmıştır. Yakın ve Orta
Doğu'da ilk cumhuriyet, doğuşunu ona borçludur. Bu cumhuriyet birçok milletin
ulusal özgürlük hareketlerine ışık tutmuştur. Atatürk'ün kutsal saydığı
emperyalizmle savaşını, yalnız Türk Milleti değil, diğer doğu ülkeleri de
takdirle karşılıyordu.
Türkiye'nin
yüzyıllık geriliğinden kurtulması için Atatürk pek çok şey yapmıştır.
Gerçekleştirdiği reformlar memleketin ekonomik hayatının, sinaî tarımsal
kalkınmanın hızla ilerlemesini hedef tutmuştur. Atatürk yönetimi zamanında,
Türkiye'nin milletlerarası otoritesi yükselmiş ve memleket, dünya siyasetinde
önemli rol oynamaya başlamıştır.85
N. S. KRUŞÇEFF
Sovyetler Birliği Başkanı, 10 Kasım 1938
Atatürk;
milletin atası, kılıç, fikir, kalb ve irade adamı idi. Milletin bu büyük
evladı, aynı zamanda yirminci yüzyılın en büyük yurttaşıdır.
Slovo Gazetesi
Bulgaristan
Onun
idaresi altında Türkiye, Avrupa'nın kıymetli bir üyesi oldu.86
London Times Gazetesi
İngiltere
Bir
an için tahayyül ediniz ki: Batı dünyasındaki rönesans, reformasyon, bilim ve
düşünce ihtilali, Fransız İnkılabı ve Sanayi Devrimi'ni, Atatürk, bir insan
ömrüne sığdırmıştır.
Arnold Toynbee
Atatürk
olmasaydı, Türk belki Özbekistan'da olurdu, ama Trakya va Anadolu'da kalmazdı.
100 yılda tüm civar büyük coğrafyadan sürülmüş ve katledilmiş Türklerin Konya
Ovası’ndan sürülmeleri ve atılmaları ne kadar sürerdi sanıyorsunuz? Ne Türk ne
de Türkiye kalırdı. Mustafa Kemal sadece ülkeyi kurtarmadı; Türk neslini de
kurtardı. Türk Bağımsızlık Savaşında birşey oldu ve plan artık yürümedi.
Yunanlılar bozguna uğrayınca, kaçarken her yanı yaktılar, yıktılar, herkesi
öldürdüler. Amerikan Elçisi ve Amerikan kaynakları bu olayı doğruluyorlar.
Sadece batıda Rumlar tarafından bir milyonun üzerinde Türk öldürüldü, 1.2 milyonu
da sürgüne zorlandı. Çok kötü bir yüzyıl olmuştur. Müslüman ülkesi yok
edilmiştir. 1800-1922 arasında Yunanlılar 950 bin göçmen, 320 bin ölü verdiler.
Ermeniler 910 bin göçmen ve 580 bin ölü verdi. Sonuç? Bu ibret tablosunun
karşısında, kim suçlu diye sormak gerekiyor. Mustafa Kemal'in itildiği Konya
Ovası’nı gözler önüne getirin. Bir yüzyılda nereden nereye gelinmiş. Ben size
diyorum ki, Atatürk olmasaydı, Türk kalmazdı. Yüzyıllık tarihte Türkler
hakkındaki yalanların iki kaynağı var. Misyonerler ve İngilizler, propaganda
büroları aracılığıyla, bugün bile inanılan yalanlar yayıyorlar. Benim
söylediklerimi bir Türk söylese, kimse inanmaz. İnsanlar dışarıda Türklere
karşı önyargılılar.’87
Prof. Justin McCarty
Amerikalı Tarihçi
Ülkeler
başarıya birleştirici efsaneler yardımıyla ulaşırlar. ABD'nin Amerikan Devrimi
ve George Washington'u, Fransız Devrimi ve Fransız kültür kavramı,
İngilizler'in Magna Carta ile Kraliyet Ailesi, Yunanistan’ın demokrasinin
doğduğu yer efsaneleri örneklerdir. Türkiye'yi birleştiren efsane ise, Türkiye
Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve Kemal Atatürk'tür. Bunlarsız Türkiye dağılabilir...
Sonuç olarak; dünyada çok az ülkenin Atatürk gibi bir milli kahramanı var.88
Nick Ludington
Robert Kolej
Mütevelli Heyeti
Üyesi
Yakınlarının
ve Çalışma
Arkadaşlarının Ağzından Atatürk
Mustafa
Kemâl Atatürk, hemen her zaman nerede durulacağını bilmiştir. Bu, onun pek
hayran olduğum meziyetlerinden biriydi. Daima ilerisini düşünmek, daima dikkat,
onun memleket yolundaki işlerinde hâkim olmuştur.89
Mareşal Fevzi ÇAKMAK
Öyle
şartlar içinde Mustafa Kemal'in yaptığını yapabilecek cesarette demiyorum,
belki ondan gözü pekler vardı; azminde demiyorum, belki onun kadar azimli
olanları vardı; bilgi de demiyorum, şüphesiz ondan daha bilgili olanları vardı;
fakat kırk yıllık ömrümde onun "liderlik dehasında" hiç kimseyi
tanımadım.90
Falih Rıfkı Atay
Bütün
dünyaya kendisini dâhi olarak kabul ettiren bu insanın, her konuda şüphesiz
dâhiyane fikirleri olacaktı. Bu fikirleri peşinen bilmeye imkân göremiyorum. Atatürk
durumlara göre gerekli tedbirleri almasını çok iyi bilen bir insandı.
Ancak
şu vesile ile halk efkârına şunu açıklamak isterim; Atatürk'ün en çok kızdığı
cümle "Az gelişmiş ülke" cümlesiydi.
Prof. Afet İNAN
Savaş
meydanlarının muzaffer kumandanı, barış masalarının ateşli savunucusu, hürriyet
ve bağımsızlık aşığı; demokrasi, millî egemenlik ve millî hâkimiyetin ateşli
taraftarı K. ATATÜRK, bilim ve tekniğin aydınlığında çağdaş Türkiye'yi kurmayı,
Cumhuriyeti emanet ettiği gençliğe esas hedef olarak göstermiştir.
Fethi BOLAYIR
Türk
istiklâl ve hürriyet destanının, hem en büyük kahramanı ve hem de baş yazarı
Atatürk'tür.
Fethi BOLAYIR
Atatürk,
özellikle bulunduğu toplumda kötümserlik duygularını derhal yıkayan ve
memlekette çalışmak için, güçlü, ileri ve mutlu olmak için gereken neşe ve
kudreti derhal çevresine aşılayan bir varlıktır.
İsmet İNÖNÜ
Mustafa
Kemâl Paşa mücadeleye atılmasıydı, bu memleket kurtulamazdı. Anadolu'nun
tehlikeye düşen yerlerinde, batıda, doğuda ve güneyde başlayan ve bir yurtsever
düşüncenin mahsulü olan zayıf, fakat millî karşı koyma hareketleri Mustafa
Kemal Paşa tarafından birleştirilmesiydi, her biri ayrı ayrı kolayca
bastırılabilirdi. Nur içinde yatsın büyük kurtarıcı.
Rauf ORBAY
Yunan
orduları, Ankara üzerine yürüyordu. Bir sabah erken, Millet Meclisi'nde
toplandık. Ondan bilgi alacaktık.
Bir
Anadolu haritası istedi, getirdik. Kırmızı kalemle, Sakarya arkasında geniş,
uzun bir hat çizdi ve bu hattı bize göstererek:
-Düşmanı
burada tepeleyeceğiz dedi. İnandık, niçin inandık, nasıl inandık, hâlâ
bilmiyorum.
Bu
işi üzerine aldı ve düşmanı çizdiği hat üzerinde tepeledi. O, Sakarya'dan
Ankara'ya bir çocuk gülümsemesiyle dönmüştü. Yenilgimizle bittiği takdirde Türk
bağımsızlığının mutlak ve mutlak sonu olacak bir çarpışmayı kişisel çabalarıyla
kazanmıştı.
Hamdullah Suphi TANRIÖVER
Atatürk, dinamik bir ruha
sahiptir. Ona tutulan insan olduğu yerde kalmaz. Atatürk, geliştirici ve
genişletici bir düşünceye sahipti. Onun arkasından gidenler geride kalmaz.
Atatürk bugün için de önderimizdir,
ışığımızdır, yarın için de.91
Cemal
GÜRSEL
EK BÖLÜM
EVRİM YANILGISI
Darwinizm, yani
evrim teorisi, yaratılış gerçeğini reddetmek amacıyla ortaya atılmış, ancak
başarılı olamamış bilim dışı bir safsatadan başka bir şey değildir. Canlılığın,
cansız maddelerden tesadüfen oluştuğunu iddia eden bu teori, evrende ve
canlılarda çok mucizevi bir düzen bulunduğunun bilim tarafından ispat
edilmesiyle çürümüştür. Böylece Allah'ın tüm evreni ve canlıları yaratmış
olduğu gerçeği, bilim tarafından da kanıtlanmıştır. Bugün evrim teorisini
ayakta tutmak için dünya çapında yürütülen propaganda, sadece bilimsel
gerçeklerin çarpıtılmasına, taraflı yorumlanmasına, bilim görüntüsü altında
söylenen yalanlara ve yapılan sahtekarlıklara dayalıdır.
Ancak bu
propaganda gerçeği gizleyememektedir. Evrim teorisinin bilim tarihindeki en
büyük yanılgı olduğu, son 20-30 yıldır bilim dünyasında giderek daha yüksek
sesle dile getirilmektedir. Özellikle 1980'lerden sonra yapılan araştırmalar,
Darwinist iddiaların tamamen yanlış olduğunu ortaya koymuş ve bu gerçek pek çok
bilim adamı tarafından dile getirilmiştir. Özellikle ABD'de, biyoloji,
biyokimya, paleontoloji gibi farklı alanlardan gelen çok sayıda bilim adamı,
Darwinizm'in geçersizliğini görmekte, canlıların kökenini artık "yaratılış
gerçeğiyle" açıklamaktadırlar.
Evrim teorisinin
çöküşünü ve yaratılışın delillerini diğer pek çok çalışmamızda bütün bilimsel
detaylarıyla ele aldık ve almaya devam ediyoruz. Ancak konuyu, taşıdığı büyük
önem nedeniyle, burada da özetlemekte yarar vardır.
Darwin'i Yıkan Zorluklar
Evrim teorisi,
tarihi eski Yunan'a kadar uzanan bir öğreti olmasına karşın, kapsamlı olarak
19. yüzyılda ortaya atıldı. Teoriyi bilim dünyasının gündemine sokan en önemli
gelişme, Charles Darwin'in 1859 yılında yayınlanan Türlerin Kökeni adlı kitabıydı. Darwin bu kitapta dünya üzerindeki
farklı canlı türlerini Allah'ın ayrı ayrı yarattığı gerçeğine karşı çıkıyordu.
Darwin'e göre, tüm türler ortak bir atadan geliyorlardı ve zaman içinde küçük
değişimlerle farklılaşmışlardı.
Darwin'in
teorisi, hiçbir somut bilimsel bulguya dayanmıyordu; kendisinin de kabul ettiği
gibi sadece bir "mantık yürütme" idi. Hatta Darwin'in kitabındaki
"Teorinin Zorlukları" başlıklı uzun bölümde itiraf ettiği gibi, teori
pek çok önemli soru karşısında açık veriyordu.
Darwin,
teorisinin önündeki zorlukların gelişen bilim tarafından aşılacağını, yeni
bilimsel bulguların teorisini güçlendireceğini umuyordu. Bunu kitabında sık sık
belirtmişti. Ancak gelişen bilim, Darwin'in umutlarının tam aksine, teorinin
temel iddialarını birer birer dayanaksız bırakmıştır.
Darwinizm'in
bilim karşısındaki yenilgisi, üç temel başlıkta incelenebilir:
1) Teori,
hayatın yeryüzünde ilk kez nasıl ortaya çıktığını asla açıklayamamaktadır.
2) Teorinin öne
sürdüğü "evrim mekanizmaları"nın, gerçekte evrimleştirici bir etkiye
sahip olduğunu gösteren hiçbir bilimsel bulgu yoktur.
3) Fosil
kayıtları, evrim teorisinin öngörülerinin tam aksine bir tablo ortaya
koymaktadır.
Bu bölümde, bu
üç temel başlığı ana hatları ile inceleyeceğiz.
Aşılamayan İlk Basamak:
Hayatın Kökeni
Evrim teorisi,
tüm canlı türlerinin, bundan yaklaşık 3.8 milyar yıl önce ilkel dünyada ortaya
çıkan tek bir canlı hücreden geldiklerini iddia etmektedir. Tek bir hücrenin
nasıl olup da milyonlarca kompleks canlı türünü oluşturduğu ve eğer gerçekten
bu tür bir evrim gerçekleşmişse neden bunun izlerinin fosil kayıtlarında
bulunamadığı, teorinin açıklayamadığı sorulardandır. Ancak tüm bunlardan önce,
iddia edilen evrim sürecinin ilk basamağı üzerinde durmak gerekir. Sözü edilen
o "ilk hücre" nasıl ortaya çıkmıştır?
Evrim teorisi,
yaratılışı reddettiği, hiçbir doğaüstü müdahaleyi kabul etmediği için, o
"ilk hücre"nin, hiçbir tasarım, plan ve düzenleme olmadan, doğa
kanunları içinde rastlantısal olarak meydana geldiğini iddia eder. Yani teoriye
göre, cansız madde tesadüfler sonucunda ortaya canlı bir hücre çıkarmış
olmalıdır. Ancak bu, bilinen en temel biyoloji kanunlarına aykırı bir iddiadır.
"Hayat Hayattan Gelir"
Darwin,
kitabında hayatın kökeni konusundan hiç söz etmemişti. Çünkü onun dönemindeki
ilkel bilim anlayışı, canlıların çok basit bir yapıya sahip olduklarını
varsayıyordu. Ortaçağ'dan beri inanılan "spontane jenerasyon" adlı
teoriye göre, cansız maddelerin tesadüfen biraraya gelip, canlı bir varlık
oluşturabileceklerine inanılıyordu. Bu dönemde böceklerin yemek artıklarından,
farelerin de buğdaydan oluştuğu yaygın bir düşünceydi. Bunu ispatlamak için de
ilginç deneyler yapılmıştı. Kirli bir paçavranın üzerine biraz buğday konmuş ve
biraz beklendiğinde bu karışımdan farelerin oluşacağı sanılmıştı.
Etlerin
kurtlanması da hayatın cansız maddelerden türeyebildiğine bir delil
sayılıyordu. Oysa daha sonra anlaşılacaktı ki, etlerin üzerindeki kurtlar
kendiliklerinden oluşmuyorlar, sineklerin getirip bıraktıkları gözle görülmeyen
larvalardan çıkıyorlardı.
Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabını yazdığı
dönemde ise, bakterilerin cansız maddeden oluşabildikleri inancı, bilim
dünyasında yaygın bir kabul görüyordu.
Oysa Darwin'in
kitabının yayınlanmasından beş yıl sonra, ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur,
evrime temel oluşturan bu inancı kesin olarak çürüttü. Pasteur yaptığı uzun
çalışma ve deneyler sonucunda vardığı sonucu şöyle özetlemişti: "Cansız
maddelerin hayat oluşturabileceği iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüştür."
92
Evrim teorisinin
savunucuları, Pasteur'ün bulgularına karşı uzun süre direndiler. Ancak gelişen
bilim, canlı hücresinin karmaşık yapısını ortaya çıkardıkça, hayatın
kendiliğinden oluşabileceği iddiasının geçersizliği daha da açık hale geldi.
20. Yüzyıldaki
Sonuçsuz Çabalar
20. yüzyılda
hayatın kökeni konusunu ele alan ilk evrimci, ünlü Rus biyolog Alexander Oparin
oldu. Oparin, 1930'lu yıllarda ortaya attığı birtakım tezlerle, canlı
hücresinin tesadüfen meydana gelebileceğini ispat etmeye çalıştı. Ancak bu
çalışmalar başarısızlıkla sonuçlanacak ve Oparin şu itirafı yapmak zorunda
kalacaktı: "Maalesef hücrenin
kökeni, evrim teorisinin tümünü içine alan en karanlık noktayı
oluşturmaktadır." 93
Oparin'in yolunu
izleyen evrimciler, hayatın kökeni konusunu çözüme kavuşturacak deneyler
yapmaya çalıştılar. Bu deneylerin en ünlüsü, Amerikalı kimyacı Stanley Miller
tarafından 1953 yılında düzenlendi. Miller, ilkel dünya atmosferinde olduğunu
iddia ettiği gazları bir deney düzeneğinde birleştirerek ve bu karışıma enerji
ekleyerek, proteinlerin yapısında kullanılan birkaç organik molekül (aminoasit)
sentezledi.
O yıllarda evrim
adına önemli bir aşama gibi tanıtılan bu deneyin geçerli olmadığı ve deneyde
kullanılan atmosferin gerçek dünya koşullarından çok farklı olduğu, ilerleyen
yıllarda ortaya çıkacaktı. 94
Uzun süren bir
sessizlikten sonra Miller'in kendisi de kullandığı atmosfer ortamının gerçekçi
olmadığını itiraf etti. 95
Hayatın kökeni
sorununu açıklamak için 20. yüzyıl boyunca yürütülen tüm evrimci çabalar hep
başarısızlıkla sonuçlandı. San Diego Scripps Enstitüsü'nden ünlü jeokimyacı
Jeffrey Bada, evrimci Earth
dergisinde 1998 yılında yayınlanan bir makalede bu gerçeği şöyle kabul eder:
Bugün,
20. yüzyılı geride bırakırken, hala, 20. yüzyıla girdiğimizde sahip olduğumuz
en büyük çözülmemiş problemle karşı karşıyayız: Hayat yeryüzünde nasıl başladı?
96
Hayatın Kompleks Yapısı
Evrim teorisinin hayatın kökeni
konusunda bu denli büyük bir açmaza girmesinin başlıca nedeni, en basit sanılan
canlı yapıların bile inanılmaz derecede karmaşık yapılara sahip olmasıdır.
Canlı hücresi, insanoğlunun yaptığı bütün teknolojik ürünlerden daha
karmaşıktır. Öyle ki bugün dünyanın en gelişmiş laboratuvarlarında bile cansız
maddeler biraraya getirilerek canlı bir hücre üretilememektedir.
Bir hücrenin meydana gelmesi için
gereken şartlar, asla rastlantılarla açıklanamayacak kadar fazladır. Hücrenin
en temel yapı taşı olan proteinlerin rastlantısal olarak sentezlenme ihtimali;
500 aminoasitlik ortalama bir protein için, 10950'de
1'dir. Ancak matematikte 1050'de 1'den küçük
olasılıklar pratik olarak "imkansız" sayılır. Hücrenin çekirdeğinde
yer alan ve genetik bilgiyi saklayan DNA molekülü ise, inanılmaz bir bilgi
bankasıdır. İnsan DNA'sının içerdiği bilginin, eğer kağıda dökülmeye kalkılsa,
500'er sayfadan oluşan 900 ciltlik bir kütüphane oluşturacağı hesaplanmaktadır.
Bu noktada çok ilginç bir ikilem
daha vardır: DNA, yalnız birtakım özelleşmiş proteinlerin (enzimlerin) yardımı
ile eşlenebilir. Ama bu enzimlerin sentezi de ancak DNA'daki bilgiler
doğrultusunda gerçekleşir. Birbirine bağımlı olduklarından, eşlemenin meydana
gelebilmesi için ikisinin de aynı anda var olmaları gerekir. Bu ise, hayatın
kendiliğinden oluştuğu senaryosunu çıkmaza sokmaktadır. San Diego California
Üniversitesi'nden ünlü evrimci Prof. Leslie Orgel, Scientific American dergisinin Ekim 1994 tarihli sayısında bu
gerçeği şöyle itiraf eder:
Son
derece kompleks yapılara sahip olan proteinlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve
DNA) aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derecede
ihtimal dışıdır. Ama bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün
değildir. Dolayısıyla insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla
mümkün olmadığı sonucuna varmak zorunda kalmaktadır. 97
Kuşkusuz eğer hayatın doğal
etkenlerle ortaya çıkması imkansız ise, bu durumda hayatın doğaüstü bir biçimde
"yaratıldığını" kabul etmek gerekir. Bu gerçek, en temel amacı
yaratılışı reddetmek olan evrim teorisini açıkça geçersiz kılmaktadır.
Evrimin Hayali Mekanizmaları
Darwin'in teorisini geçersiz
kılan ikinci büyük nokta, teorinin "evrim mekanizmaları" olarak öne
sürdüğü iki kavramın da gerçekte hiçbir evrimleştirici güce sahip olmadığının
anlaşılmış olmasıdır.
Darwin, ortaya attığı evrim
iddiasını tamamen "doğal seleksiyon" mekanizmasına bağlamıştı. Bu
mekanizmaya verdiği önem, kitabının isminden de açıkça anlaşılıyordu: Türlerin
Kökeni, Doğal Seleksiyon Yoluyla...
Doğal seleksiyon, doğal seçme
demektir. Doğadaki yaşam mücadelesi içinde, doğal şartlara uygun ve güçlü
canlıların hayatta kalacağı düşüncesine dayanır. Örneğin yırtıcı hayvanlar
tarafından tehdit edilen bir geyik sürüsünde, daha hızlı koşabilen geyikler
hayatta kalacaktır. Böylece geyik sürüsü, hızlı ve güçlü bireylerden
oluşacaktır. Ama elbette bu mekanizma, geyikleri evrimleştirmez, onları başka
bir canlı türüne, örneğin atlara dönüştürmez.
Dolayısıyla doğal seleksiyon
mekanizması hiçbir evrimleştirici güce sahip değildir. Darwin de bu gerçeğin
farkındaydı ve Türlerin Kökeni adlı
kitabında "Faydalı değişiklikler oluşmadığı sürece doğal seleksiyon hiçbir
şey yapamaz" demek zorunda kalmıştı.98
Lamarck'ın Etkisi
Peki bu "faydalı
değişiklikler" nasıl oluşabilirdi? Darwin, kendi döneminin ilkel bilim
anlayışı içinde, bu soruyu Lamarck'a dayanarak cevaplamaya çalışmıştı.
Darwin'den önce yaşamış olan Fransız biyolog Lamarck'a göre, canlılar yaşamları
sırasında geçirdikleri fiziksel değişiklikleri sonraki nesle aktarıyorlar,
nesilden nesile biriken bu özellikler sonucunda yeni türler ortaya çıkıyordu.
Örneğin Lamarck'a göre zürafalar ceylanlardan türemişlerdi, yüksek ağaçların
yapraklarını yemek için çabalarken nesilden nesile boyunları uzamıştı.
Darwin de benzeri örnekler
vermiş, örneğin Türlerin Kökeni adlı
kitabında, yiyecek bulmak için suya giren bazı ayıların zamanla balinalara
dönüştüğünü iddia etmişti. 99
Ama Mendel'in keşfettiği ve
20.yüzyılda gelişen genetik bilimiyle kesinleşen kalıtım kanunları, kazanılmış
özelliklerin sonraki nesillere aktarılması efsanesini kesin olarak yıktı.
Böylece doğal seleksiyon "tek başına" ve dolayısıyla tümüyle etkisiz
bir mekanizma olarak kalmış oluyordu.
Neo-Darwinizm ve Mutasyonlar
Darwinistler ise bu duruma bir
çözüm bulabilmek için 1930'ların sonlarında, "Modern Sentetik
Teori"yi ya da daha yaygın ismiyle neo-Darwinizm'i ortaya attılar.
Neo-Darwinizm, doğal seleksiyonun yanına "faydalı değişiklik sebebi"
olarak mutasyonları, yani canlıların genlerinde radyasyon gibi dış etkiler ya
da kopyalama hataları sonucunda oluşan bozulmaları ekledi.
Bugün de hala dünyada evrim adına
geçerliliğini koruyan model neo-Darwinizm'dir. Teori, yeryüzünde bulunan
milyonlarca canlı türünün, bu canlıların, kulak, göz, akciğer, kanat gibi
sayısız kompleks organlarının "mutasyonlara", yani genetik
bozukluklara dayalı bir süreç sonucunda oluştuğunu iddia etmektedir. Ama
teoriyi çaresiz bırakan açık bir bilimsel gerçek vardır: Mutasyonlar canlıları geliştirmezler, aksine her zaman için canlılara
zarar verirler.
Bunun nedeni çok basittir: DNA
çok kompleks bir düzene sahiptir. Bu molekül üzerinde oluşan herhangi rasgele
bir etki ancak zarar verir. Amerikalı genetikçi B. G. Ranganathan bunu şöyle
açıklar:
Mutasyonlar
küçük, rasgele ve zararlıdırlar. Çok ender olarak meydana gelirler ve en iyi
ihtimalle etkisizdirler. Bu üç özellik, mutasyonların evrimsel bir gelişme
meydana getiremeyeceğini gösterir. Zaten yüksek derecede özelleşmiş bir
organizmada meydana gelebilecek rastlantısal bir değişim, ya etkisiz olacaktır
ya da zararlı. Bir kol saatinde meydana gelecek rasgele bir değişim kol saatini
geliştirmeyecektir. Ona büyük ihtimalle zarar verecek veya en iyi ihtimalle
etkisiz olacaktır. Bir deprem bir şehri geliştirmez, ona yıkım getirir. 100
Nitekim bugüne kadar hiçbir
yararlı, yani genetik bilgiyi geliştiren mutasyon örneği gözlemlenmedi. Tüm
mutasyonların zararlı olduğu görüldü. Anlaşıldı ki, evrim teorisinin
"evrim mekanizması" olarak gösterdiği mutasyonlar, gerçekte canlıları
sadece tahrip eden, sakat bırakan genetik olaylardır. (İnsanlarda mutasyonun en
sık görülen etkisi de kanserdir.) Elbette tahrip edici bir mekanizma
"evrim mekanizması" olamaz. Doğal seleksiyon ise, Darwin'in de kabul
ettiği gibi, "tek başına hiçbir şey yapamaz." Bu gerçek bizlere
doğada hiçbir "evrim mekanizması" olmadığını göstermektedir. Evrim
mekanizması olmadığına göre de, evrim denen hayali süreç yaşanmış olamaz.
Fosil Kayıtları:
Ara Formlardan Eser Yok
Evrim teorisinin iddia ettiği
senaryonun yaşanmamış olduğunun en açık göstergesi ise fosil kayıtlarıdır.
Evrim teorisine göre bütün
canlılar birbirlerinden türemişlerdir. Önceden var olan bir canlı türü, zamanla
bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Teoriye
göre bu dönüşüm yüz milyonlarca yıl süren uzun bir zaman dilimini kapsamış ve
kademe kademe ilerlemiştir.
Bu durumda, iddia edilen uzun
dönüşüm süreci içinde sayısız "ara türler"in oluşmuş ve yaşamış
olmaları gerekir.
Örneğin geçmişte, balık
özelliklerini taşımalarına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen özellikleri
kazanmış olan yarı balık-yarı sürüngen canlılar yaşamış olmalıdır. Ya da
sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış
sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar, bir geçiş sürecinde oldukları
için de, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıdır. Evrimciler geçmişte yaşamış
olduklarına inandıkları bu teorik yaratıklara "ara-geçiş formu" adını verirler.
Eğer gerçekten bu tür canlılar
geçmişte yaşamışlarsa bunların sayılarının ve çeşitlerinin milyonlarca hatta
milyarlarca olması gerekir. Ve bu ucube canlıların kalıntılarına mutlaka fosil
kayıtlarında rastlanması gerekir. Darwin, Türlerin
Kökeni'nde bunu şöyle açıklamıştır:
Eğer
teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş çeşitleri mutlaka
yaşamış olmalıdır... Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil
kalıntıları arasında bulunabilir. 101
Darwin'in Yıkılan Umutları
Ancak 19. yüzyılın ortasından bu
yana dünyanın dört bir yanında hummalı fosil araştırmaları yapıldığı halde bu
ara geçiş formlarına rastlanamamıştır. Yapılan kazılarda ve araştırmalarda elde
edilen bütün bulgular, evrimcilerin beklediklerinin aksine, canlıların
yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarını
göstermiştir.
Ünlü İngiliz paleontolog (fosil
bilimci) Derek W. Ager, bir evrimci olmasına karşın bu gerçeği şöyle itiraf
eder:
Sorunumuz
şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar
seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılaşırız; kademeli evrimle
gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz. 102
Yani fosil kayıtlarında, tüm
canlı türleri, aralarında hiçbir geçiş formu olmadan eksiksiz biçimleriyle
aniden ortaya çıkmaktadırlar. Bu, Darwin'in öngörülerinin tam aksidir. Dahası,
bu canlı türlerinin yaratıldıklarını gösteren çok güçlü bir delildir. Çünkü bir
canlı türünün, kendisinden evrimleştiği hiçbir atası olmadan, bir anda ve
kusursuz olarak ortaya çıkmasının tek açıklaması, o türün yaratılmış olmasıdır.
Bu gerçek, ünlü evrimci Biyolog Douglas Futuyma tarafından da kabul edilir:
Yaratılış
ve evrim, yaşayan canlıların kökeni hakkında yapılabilecek yegane iki
açıklamadır. Canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir
biçimde ortaya çıkmışlardır ya da böyle olmamıştır. Eğer böyle olmadıysa, bir
değişim süreci sayesinde kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden
evrimleşerek meydana gelmiş olmalıdırlar. Ama eğer eksiksiz ve mükemmel bir
biçimde ortaya çıkmışlarsa, o halde sonsuz güç sahibi bir akıl tarafından
yaratılmış olmaları gerekir. 103
Fosiller ise,
canlıların yeryüzünde eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıktıklarını
göstermektedir. Yani "türlerin
kökeni", Darwin'in sandığının aksine, evrim değil yaratılıştır.
İnsanın Evrimi Masalı
Evrim teorisini
savunanların en çok gündeme getirdikleri konu, insanın kökeni konusudur. Bu
konudaki Darwinist iddia, bugün yaşayan modern insanın maymunsu birtakım
yaratıklardan geldiğini varsayar. 4-5 milyon yıl önce başladığı varsayılan bu
süreçte, modern insan ile ataları arasında bazı "ara form"ların
yaşadığı iddia edilir. Gerçekte tümüyle hayali olan bu senaryoda dört temel
"kategori" sayılır:
1- Australopithecus
2- Homo habilis
3- Homo erectus
4- Homo sapiens
Evrimciler,
insanların sözde ilk maymunsu atalarına "güney maymunu" anlamına
gelen "Australopithecus" ismini verirler. Bu canlılar gerçekte soyu
tükenmiş bir maymun türünden başka bir şey değildir. Lord Solly Zuckerman ve
Prof. Charles Oxnard gibi İngiltere ve ABD'den dünyaca ünlü iki anatomistin
Australopithecus örnekleri üzerinde yaptıkları çok geniş kapsamlı çalışmalar,
bu canlıların sadece soyu tükenmiş bir maymun türüne ait olduklarını ve
insanlarla hiçbir benzerlik taşımadıklarını göstermiştir. 104
Evrimciler insan
evriminin bir sonraki safhasını da, "homo" yani insan olarak
sınıflandırırlar. İddiaya göre homo serisindeki canlılar, Australopithecuslar'dan
daha gelişmişlerdir. Evrimciler, bu farklı canlılara ait fosilleri ardı ardına
dizerek hayali bir evrim şeması oluştururlar. Bu şema hayalidir, çünkü gerçekte
bu farklı sınıfların arasında evrimsel bir ilişki olduğu asla ispatlanamamıştır.
Evrim teorisinin 20. yüzyıldaki en önemli savunucularından biri olan Ernst
Mayr, "Homo sapiens'e uzanan
zincir gerçekte kayıptır" diyerek bunu kabul eder. 105
Evrimciler "Australopithecus > Homo habilis
> Homo erectus > Homo sapiens" sıralamasını yazarken, bu
türlerin her birinin, bir sonrakinin atası olduğu izlenimini verirler. Oysa
paleoantropologların son bulguları, Australopithecus,
Homo habilis ve Homo erectus'un dünya'nın farklı bölgelerinde aynı
dönemlerde yaşadıklarını göstermektedir. 106
Dahası Homo
erectus sınıflamasına ait insanların bir bölümü çok modern zamanlara kadar
yaşamışlar, Homo sapiens neandertalensis ve Homo sapiens sapiens (modern insan)
ile aynı ortamda yan yana bulunmuşlardır. 107
Bu ise elbette
bu sınıfların birbirlerinin ataları oldukları iddiasının geçersizliğini açıkça
ortaya koymaktadır. Harvard Üniversitesi paleontologlarından Stephen Jay Gould,
kendisi de bir evrimci olmasına karşın, Darwinist teorinin içine girdiği bu
çıkmazı şöyle açıklar:
Eğer
birbiri ile paralel bir biçimde yaşayan üç farklı hominid (insanımsı) çizgisi
varsa, o halde bizim soy ağacımıza ne oldu? Açıktır ki, bunların biri
diğerinden gelmiş olamaz. Dahası, biri diğeriyle karşılaştırıldığında evrimsel
bir gelişme trendi göstermemektedirler. 108
Kısacası, medyada
ya da ders kitaplarında yer alan hayali birtakım "yarı maymun, yarı
insan" canlıların çizimleriyle, yani sırf propaganda yoluyla ayakta
tutulmaya çalışılan insanın evrimi senaryosu, hiçbir bilimsel temeli olmayan
bir masaldan ibarettir.
Bu konuyu uzun yıllar
inceleyen, özellikle Australopithecus fosilleri üzerinde 15 yıl araştırma yapan
İngiltere'nin en ünlü ve saygın bilim adamlarından Lord Solly Zuckerman, bir
evrimci olmasına rağmen, ortada maymunsu canlılardan insana uzanan gerçek bir
soy ağacı olmadığı sonucuna varmıştır.
Zuckerman bir de
ilginç bir "bilim skalası" yapmıştır. Bilimsel olarak kabul ettiği
bilgi dallarından, bilim dışı olarak kabul ettiği bilgi dallarına kadar bir
yelpaze oluşturmuştur. Zuckerman'ın bu tablosuna göre en "bilimsel"
-yani somut verilere dayanan- bilgi dalları kimya ve fiziktir. Yelpazede
bunlardan sonra biyoloji bilimleri, sonra da sosyal bilimler gelir. Yelpazenin
en ucunda, yani en "bilim dışı" sayılan kısımda ise, Zuckerman'a
göre, telepati, altıncı his gibi "duyum ötesi algılama" kavramları ve
bir de "insanın evrimi" vardır! Zuckerman, yelpazenin bu ucunu şöyle
açıklar:
Objektif
gerçekliğin alanından çıkıp da, biyolojik bilim olarak varsayılan bu alanlara
-yani duyum ötesi algılamaya ve insanın fosil tarihinin yorumlanmasına-
girdiğimizde, evrim teorisine inanan bir kimse için herşeyin mümkün olduğunu
görürüz. Öyle ki teorilerine kesinlikle inanan bu kimselerin çelişkili bazı
yargıları aynı anda kabul etmeleri bile mümkündür. 109
İşte insanın
evrimi masalı da, teorilerine körü körüne inanan birtakım insanların buldukları
bazı fosilleri ön yargılı bir biçimde yorumlamalarından ibarettir.
Darwin Formülü!
Şimdiye kadar
ele aldığımız tüm teknik delillerin yanında, isterseniz evrimcilerin nasıl
saçma bir inanışa sahip olduklarını bir de çocukların bile anlayabileceği kadar
açık bir örnekle özetleyelim.
Evrim teorisi
canlılığın tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla bu iddiaya göre
cansız ve şuursuz atomlar biraraya gelerek önce hücreyi oluşturmuşlardır ve
sonrasında aynı atomlar bir şekilde diğer canlıları ve insanı meydana
getirmişlerdir. Şimdi düşünelim; canlılığın yapıtaşı olan karbon, fosfor, azot,
potasyum gibi elementleri biraraya getirdiğimizde bir yığın oluşur. Bu atom
yığını, hangi işlemden geçirilirse geçirilsin, tek bir canlı oluşturamaz.
İsterseniz bu konuda bir "deney" tasarlayalım ve evrimcilerin aslında
savundukları, ama yüksek sesle dile getiremedikleri iddiayı onlar adına
"Darwin Formülü" adıyla inceleyelim:
Evrimciler, çok
sayıda büyük varilin içine canlılığın yapısında bulunan fosfor, azot, karbon,
oksijen, demir, magnezyum gibi elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta
normal şartlarda bulunmayan ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli
gördükleri malzemeleri de bu varillere eklesinler. Karışımların içine,
istedikleri kadar amino asit, istedikleri kadar da (bir tekinin bile
rastlantısal oluşma ihtimali 10-950 olan) protein
doldursunlar. Bu karışımlara istedikleri oranda ısı ve nem versinler. Bunları
istedikleri gelişmiş cihazlarla karıştırsınlar. Varillerin başına da dünyanın
önde gelen bilim adamlarını koysunlar. Bu uzmanlar babadan oğula, kuşaktan
kuşağa aktararak nöbetleşe milyarlarca, hatta trilyonlarca sene sürekli
varillerin başında beklesinler. Bir canlının oluşması için hangi şartların var
olması gerektiğine inanılıyorsa hepsini kullanmak serbest olsun. Ancak, ne
yaparlarsa yapsınlar o varillerden kesinlikle bir canlı çıkartamazlar.
Zürafaları, aslanları, arıları, kanaryaları, bülbülleri, papağanları, atları,
yunusları, gülleri, orkideleri, zambakları, karanfilleri, muzları,
portakalları, elmaları, hurmaları, domatesleri, kavunları, karpuzları,
incirleri, zeytinleri, üzümleri, şeftalileri, tavus kuşlarını, sülünleri, renk
renk kelebekleri ve bunlar gibi milyonlarca canlı türünden hiçbirini
oluşturamazlar. Değil burada birkaçını saydığımız bu canlı varlıkları, bunların
tek bir hücresini bile elde edemezler.
Kısacası,
bilinçsiz atomlar biraraya gelerek
hücreyi oluşturamazlar. Sonra yeni bir karar vererek bir hücreyi ikiye
bölüp, sonra art arda başka kararlar alıp, elektron mikroskobunu bulan, sonra
kendi hücre yapısını bu mikroskop altında izleyen profesörleri oluşturamazlar. Madde, ancak Allah'ın üstün yaratmasıyla
hayat bulur.
Bunun aksini
iddia eden evrim teorisi ise, akla tamamen aykırı bir safsatadır. Evrimcilerin
ortaya attığı iddialar üzerinde biraz bile düşünmek, üstteki örnekte olduğu
gibi, bu gerçeği açıkça gösterir.
Göz ve Kulaktaki Teknoloji
Evrim teorisinin
kesinlikle açıklama getiremeyeceği bir diğer konu ise göz ve kulaktaki üstün
algılama kalitesidir.
Gözle ilgili
konuya geçmeden önce "Nasıl görürüz?" sorusuna kısaca cevap verelim.
Bir cisimden gelen ışınlar, gözde retinaya ters olarak düşer. Bu ışınlar,
buradaki hücreler tarafından elektrik sinyallerine dönüştürülür ve beynin arka
kısmındaki görme merkezi denilen küçücük bir noktaya ulaşır. Bu elektrik
sinyalleri bir dizi işlemden sonra beyindeki bu merkezde görüntü olarak
algılanır. Bu bilgiden sonra şimdi düşünelim:
Beyin ışığa
kapalıdır. Yani beynin içi kapkaranlıktır, ışık beynin bulunduğu yere kadar
giremez. Görüntü merkezi denilen yer kapkaranlık, ışığın asla ulaşmadığı, belki
de hiç karşılaşmadığınız kadar karanlık bir yerdir. Ancak siz bu zifiri
karanlıkta ışıklı, pırıl pırıl bir dünyayı seyretmektesiniz.
Üstelik bu o
kadar net ve kaliteli bir görüntüdür ki 21. yüzyıl teknolojisi bile her türlü
imkana rağmen bu netliği sağlayamamıştır. Örneğin şu anda okuduğunuz kitaba,
kitabı tutan ellerinize bakın, sonra başınızı kaldırın ve çevrenize bakın. Şu
anda gördüğünüz netlik ve kalitedeki bu görüntüyü başka bir yerde gördünüz mü?
Bu kadar net bir görüntüyü size dünyanın bir numaralı televizyon şirketinin
ürettiği en gelişmiş televizyon ekranı dahi veremez. 100 yıldır binlerce
mühendis bu netliğe ulaşmaya çalışmaktadır. Bunun için fabrikalar, dev tesisler
kurulmakta, araştırmalar yapılmakta, planlar ve tasarımlar geliştirilmektedir.
Yine bir TV ekranına bakın, bir de şu anda elinizde tuttuğunuz bu kitaba. Arada
büyük bir netlik ve kalite farkı olduğunu göreceksiniz. Üstelik, TV ekranı size
iki boyutlu bir görüntü gösterir, oysa siz üç boyutlu, derinlikli bir
perspektifi izlemektesiniz.
Uzun yıllardır
on binlerce mühendis üç boyutlu TV yapmaya, gözün görme kalitesine ulaşmaya
çalışmaktadırlar. Evet, üç boyutlu bir televizyon sistemi yapabildiler ama onu
da gözlük takmadan üç boyutlu görmek mümkün değil, kaldı ki bu suni bir üç
boyuttur. Arka taraf daha bulanık, ön taraf ise kağıttan dekor gibi durur.
Hiçbir zaman gözün gördüğü kadar net ve kaliteli bir görüntü oluşmaz. Kamerada
da, televizyonda da mutlaka görüntü kaybı meydana gelir.
İşte evrimciler,
bu kaliteli ve net görüntüyü oluşturan mekanizmanın tesadüfen oluştuğunu iddia
etmektedirler. Şimdi biri size, odanızda duran televizyon tesadüfler sonucunda
oluştu, atomlar biraraya geldi ve bu görüntü oluşturan aleti meydana getirdi
dese ne düşünürsünüz? Binlerce kişinin biraraya gelip yapamadığını şuursuz
atomlar nasıl yapsın?
Gözün
gördüğünden daha ilkel olan bir görüntüyü oluşturan alet tesadüfen
oluşamıyorsa, gözün ve gözün gördüğü görüntünün de tesadüfen oluşamayacağı çok
açıktır. Aynı durum kulak için de geçerlidir. Dış kulak, çevredeki sesleri
kulak kepçesi vasıtasıyla toplayıp orta kulağa iletir; orta kulak aldığı ses
titreşimlerini güçlendirerek iç kulağa aktarır; iç kulak da bu titreşimleri
elektrik sinyallerine dönüştürerek beyne gönderir. Aynen görmede olduğu gibi
duyma işlemi de beyindeki duyma merkezinde gerçekleşir.
Gözdeki durum
kulak için de geçerlidir, yani beyin, ışık gibi sese de kapalıdır, ses
geçirmez. Dolayısıyla dışarısı ne kadar gürültülü de olsa beynin içi tamamen
sessizdir. Buna rağmen en net sesler beyinde algılanır. Ses geçirmeyen
beyninizde bir orkestranın senfonilerini dinlersiniz, kalabalık bir ortamın tüm
gürültüsünü duyarsınız. Ama o anda hassas bir cihazla beyninizin içindeki ses
düzeyi ölçülse, burada keskin bir sessizliğin hakim olduğu görülecektir.
Net bir görüntü
elde edebilmek ümidiyle teknoloji nasıl kullanılıyorsa, ses için de aynı
çabalar onlarca yıldır sürdürülmektedir. Ses kayıt cihazları, müzik setleri,
birçok elektronik alet, sesi algılayan müzik sistemleri bu çalışmalardan
bazılarıdır. Ancak, tüm teknolojiye, bu teknolojide çalışan binlerce mühendise
ve uzmana rağmen kulağın oluşturduğu netlik ve kalitede bir sese
ulaşılamamıştır. En büyük müzik sistemi şirketinin ürettiği en kaliteli müzik
setini düşünün. Sesi kaydettiğinde mutlaka sesin bir kısmı kaybolur veya az da
olsa mutlaka parazit oluşur veya müzik setini açtığınızda daha müzik başlamadan
bir cızırtı mutlaka duyarsınız. Ancak insan vücudundaki teknolojinin ürünü olan
sesler son derece net ve kusursuzdur. Bir insan kulağı, hiçbir zaman müzik
setinde olduğu gibi cızırtılı veya parazitli algılamaz; ses ne ise tam ve net
bir biçimde onu algılar. Bu durum, insan yaratıldığı günden bu yana böyledir.
Şimdiye kadar
insanoğlunun yaptığı hiçbir görüntü ve ses cihazı, göz ve kulak kadar hassas ve
başarılı birer algılayıcı olamamıştır.
Ancak görme ve
işitme olayında, tüm bunların ötesinde, çok büyük bir gerçek daha vardır.
Beynin İçinde Gören ve
Duyan Şuur Kime Aittir?
Beynin içinde, ışıl ışıl renkli
bir dünyayı seyreden, senfonileri, kuşların cıvıltılarını dinleyen, gülü
koklayan kimdir?
İnsanın gözlerinden,
kulaklarından, burnundan gelen uyarılar, elektrik sinyali olarak beyne gider.
Biyoloji, fizyoloji veya biyokimya kitaplarında bu görüntünün beyinde nasıl
oluştuğuna dair birçok detay okursunuz. Ancak, bu konu hakkındaki en önemli
gerçeğe hiçbir yerde rastlayamazsınız: Beyinde, bu elektrik sinyallerini
görüntü, ses, koku ve his olarak algılayan kimdir? Beynin içinde göze, kulağa,
burna ihtiyaç duymadan tüm bunları algılayan bir şuur bulunmaktadır. Bu şuur
kime aittir?
Elbette bu şuur beyni oluşturan
sinirler, yağ tabakası ve sinir hücrelerine ait değildir. İşte bu yüzden,
herşeyin maddeden ibaret olduğunu zanneden Darwinist-materyalistler bu sorulara
hiçbir cevap verememektedirler. Çünkü bu şuur, Allah'ın yaratmış olduğu ruhtur.
Ruh, görüntüyü seyretmek için göze, sesi duymak için kulağa ihtiyaç duymaz.
Bunların da ötesinde düşünmek için beyne ihtiyaç duymaz.
Bu açık ve ilmi gerçeği okuyan
her insanın, beynin içindeki birkaç santimetreküplük, kapkaranlık mekana tüm
kainatı üç boyutlu, renkli, gölgeli ve ışıklı olarak sığdıran yüce Allah'ı
düşünüp, O'ndan korkup, O'na sığınması gerekir.
Materyalist Bir İnanç
Buraya kadar incelediklerimiz,
evrim teorisinin bilimsel bulgularla açıkça çelişen bir iddia olduğunu
göstermektedir. Teorinin hayatın kökeni hakkındaki iddiası bilime aykırıdır,
öne sürdüğü evrim mekanizmalarının hiçbir evrimleştirici etkisi yoktur ve
fosiller teorinin gerektirdiği ara formların yaşamadıklarını göstermektedir. Bu
durumda, elbette, evrim teorisinin bilime aykırı bir düşünce olarak bir kenara
atılması gerekir. Nitekim tarih boyunca dünya merkezli evren modeli gibi pek çok
düşünce, bilimin gündeminden çıkarılmıştır. Ama evrim teorisi ısrarla bilimin
gündeminde tutulmaktadır. Hatta bazı insanlar teorinin eleştirilmesini
"bilime saldırı" olarak göstermeye bile çalışmaktadırlar. Peki
neden?..
Bu durumun nedeni, evrim teorisinin
bazı çevreler için, kendisinden asla vazgeçilemeyecek dogmatik bir inanış
oluşudur. Bu çevreler, materyalist felsefeye körü körüne bağlıdırlar ve
Darwinizm'i de doğaya getirilebilecek yegane materyalist açıklama olduğu için
benimsemektedirler.
Bazen bunu açıkça itiraf da
ederler. Harvard Üniversitesi'nden ünlü bir genetikçi ve aynı zamanda önde
gelen bir evrimci olan Richard Lewontin, "önce materyalist, sonra bilim
adamı" olduğunu şöyle itiraf etmektedir:
Bizim materyalizme bir inancımız
var, 'a priori' (önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış) bir inanç bu. Bizi
dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve
kuralları değil. Aksine, materyalizme olan 'a priori' bağlılığımız nedeniyle,
dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramları
kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın
sahneye girmesine izin veremeyiz. 110
Bu sözler, Darwinizm'in,
materyalist felsefeye bağlılık uğruna yaşatılan bir dogma olduğunun açık
ifadeleridir. Bu dogma, maddeden başka hiçbir varlık olmadığını varsayar. Bu
nedenle de cansız, bilinçsiz maddenin, hayatı yarattığına inanır. Milyonlarca
farklı canlı türünün; örneğin kuşların, balıkların, zürafaların, kaplanların,
böceklerin, ağaçların, çiçeklerin, balinaların ve insanların maddenin kendi
içindeki etkileşimlerle, yani yağan yağmurla, çakan şimşekle, cansız maddenin
içinden oluştuğunu kabul eder. Gerçekte ise bu, hem akla hem bilime aykırı bir
kabuldür. Ama Darwinistler kendi deyimleriyle "İlahi bir açıklamanın
sahneye girmemesi" için, bu kabulü savunmaya devam etmektedirler.
Canlıların kökenine materyalist
bir ön yargı ile bakmayan insanlar ise, şu açık gerçeği göreceklerdir: Tüm
canlılar, üstün bir güç, bilgi ve akla sahip olan bir Yaratıcının eseridirler.
Yaratıcı, tüm evreni yoktan var eden, en kusursuz biçimde düzenleyen ve tüm
canlıları yaratıp şekillendiren Allah'tır.
Evrim Teorisi Dünya Tarihinin
En Etkili Büyüsüdür
Burada şunu da belirtmek gerekir
ki, ön yargısız, hiçbir ideolojinin etkisi altında kalmadan, sadece aklını ve
mantığını kullanan her insan, bilim ve medeniyetten uzak toplumların
hurafelerini andıran evrim teorisinin inanılması imkansız bir iddia olduğunu
kolaylıkla anlayacaktır.
Yukarıda da belirtildiği gibi,
evrim teorisine inananlar, büyük bir varilin içine birçok atomu, molekülü,
cansız maddeyi dolduran ve bunların karışımından zaman içinde düşünen, akleden,
buluşlar yapan profesörlerin, üniversite öğrencilerinin, Einstein, Hubble gibi
bilim adamlarının, Frank Sinatra, Charlton Heston gibi sanatçıların, bunun yanı
sıra ceylanların, limon ağaçlarının, karanfillerin çıkacağına inanmaktadırlar.
Üstelik, bu saçma iddiaya inananlar bilim adamları, pofesörler, kültürlü,
eğitimli insanlardır. Bu nedenle evrim teorisi için "dünya tarihinin en
büyük ve en etkili büyüsü" ifadesini kullanmak yerinde olacaktır. Çünkü,
dünya tarihinde insanların bu derece aklını başından alan, akıl ve mantıkla
düşünmelerine imkan tanımayan, gözlerinin önüne sanki bir perde çekip çok açık
olan gerçekleri görmelerine engel olan bir başka inanç veya iddia daha yoktur.
Bu, eski Mısırlıların Güneş Tanrısı Ra'ya, Afrikalı bazı kabilelerin totemlere,
Sebe halkının Güneş'e tapmasından, Hz. İbrahim'in kavminin elleri ile
yaptıkları putlara, Hz. Musa'nın kavminin altından yaptıkları buzağıya
tapmalarından çok daha vahim ve akıl almaz bir körlüktür. Gerçekte bu durum,
Allah'ın Kuran'da işaret ettiği bir akılsızlıktır. Allah, bazı insanların
anlayışlarının kapanacağını ve gerçekleri görmekten aciz duruma düşeceklerini
birçok ayetinde bildirmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
Şüphesiz,
inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için fark etmez; inanmazlar.
Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde
perdeler vardır. Ve büyük azab onlaradır. (Bakara Suresi, 6-7)
…
Kalbleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler,
kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha
aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
Allah, Hicr Suresi’nde ise, bu
insanların mucizeler görseler bile inanmayacak kadar büyülendiklerini şöyle
bildirmektedir:
Onların
üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, ordan yukarı yükselseler de, mutlaka:
"Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz"
diyeceklerdir. (Hicr Suresi, 14-15)
Bu kadar geniş bir kitlenin
üzerinde bu büyünün etkili olması, insanların gerçeklerden bu kadar uzak
tutulmaları ve 150 yıldır bu büyünün bozulmaması ise, kelimelerle
anlatılamayacak kadar hayret verici bir durumdur. Çünkü, bir veya birkaç
insanın imkansız senaryolara, saçmalık ve mantıksızlıklarla dolu iddialara
inanmaları anlaşılabilir. Ancak dünyanın dört bir yanındaki insanların, şuursuz
ve cansız atomların ani bir kararla biraraya gelip; olağanüstü bir
organizasyon, disiplin, akıl ve şuur gösterip kusursuz bir sistemle işleyen
evreni, canlılık için uygun olan her türlü özelliğe sahip olan Dünya gezegenini
ve sayısız kompleks sistemle donatılmış canlıları meydana getirdiğine
inanmasının, "büyü"den başka bir açıklaması yoktur.
Nitekim, Allah Kuran'da, inkarcı
felsefenin savunucusu olan bazı kimselerin, yaptıkları büyülerle insanları
etkilediklerini Hz. Musa ve Firavun arasında geçen bir olayla bizlere
bildirmektedir. Hz. Musa, Firavun'a hak dini anlattığında, Firavun Hz. Musa'ya,
kendi "bilgin büyücüleri" ile insanların toplandığı bir yerde
karşılaşmasını söyler. Hz. Musa, büyücülerle karşılaştığında, büyücülere önce
onların marifetlerini sergilemelerini emreder. Bu olayın anlatıldığı ayetler şöyledir:
(Musa:)
"Siz atın" dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini
büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir
getirmiş oldular. (Araf Suresi, 116)
Görüldüğü gibi Firavun'un
büyücüleri yaptıkları "aldatmacalar"la - Hz. Musa ve ona inananlar
dışında- insanların hepsini büyüleyebilmişlerdir. Ancak, onların attıklarına
karşılık Hz. Musa'nın ortaya koyduğu delil, onların bu büyüsünü, ayetteki
ifadeyle "uydurduklarını yutmuş" yani etkisiz kılmıştır:
Biz
de Musa'ya: "Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da fırlatıverince)
bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor. Böylece
hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı. Orada
yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler. (Araf Suresi,
117-119)
Ayetlerde de bildirildiği gibi,
daha önce insanları büyüleyerek etkileyen bu kişilerin yaptıklarının bir
sahtekarlık olduğunun anlaşılması ile, söz konusu insanlar küçük düşmüşlerdir.
Günümüzde de bir büyünün etkisiyle, bilimsellik kılıfı altında son derece saçma
iddialara inanan ve bunları savunmaya hayatlarını adayanlar, eğer bu
iddialardan vazgeçmezlerse gerçekler tam anlamıyla açığa çıktığında ve
"büyü bozulduğunda" küçük duruma düşeceklerdir. Nitekim, yaklaşık 60
yaşına kadar evrimi savunan ve ateist bir felsefeci olan, ancak daha sonra
gerçekleri gören Malcolm Muggeridge evrim teorisinin yakın gelecekte düşeceği
durumu şöyle açıklamaktadır:
Ben
kendim, evrim teorisinin, özellikle uygulandığı alanlarda, geleceğin tarih
kitaplarındaki en büyük espri malzemelerinden biri olacağına ikna oldum. Gelecek kuşak,
bu kadar çürük ve belirsiz bir hipotezin inanılmaz bir saflıkla kabul
edilmesini hayretle karşılayacaktır. 111
Bu gelecek, uzakta değildir
aksine çok yakın bir gelecekte insanlar "tesadüfler"in ilah
olamayacaklarını anlayacaklar ve evrim teorisi dünya tarihinin en büyük
aldatmacası ve en şiddetli büyüsü olarak tanımlanacaktır. Bu şiddetli büyü,
büyük bir hızla dünyanın dört bir yanında insanların üzerinden kalkmaya başlamıştır.
Evrim aldatmacasının sırrını öğrenen birçok insan, bu aldatmacaya nasıl
kandığını hayret ve şaşkınlıkla düşünmektedir.
NOTLAR
1. Seyfettin
Turhan, Atatürk'te Konular Ansiklopedisi,
İkinci Baskı, Yapı Kredi yayınları, İstanbul , 1995, s. 427, Konya Orduevinde
konuşma, 22 Şubat 1931
2. Vural Sözer, Atatürklü Günler, Barajans Yayınları,
İstanbul, 1998, s. 471
3. İlhan Akşit, Ben, Mustafa Kemal ATATÜRK, Akşit Kültür
ve Turizm Ticaret Ltd. Şti, İstanbul,
1996, s.188
4. 19.03.1923,
http://abone.turk.net/selamisozer/sozleri_konusmalari/sozler1.htm
5. Mehmet Özel, Vatan, Millet ve Bayrak Sevgisi, TC
Kültür Bakanlığı, Ankara, 1996, s. 419
6.
http://www.mfa.gov.tr/turkce/grupk/ka/unxxii.htm
7. Mehmet Özel, Vatan, Millet ve Bayrak Sevgisi, TC
Kültür Bakanlığı, Ankara, 1996, s. 423
8. Cihat İmer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Seçme Sözler,
Remzi Kitabevi, İstanbul,1981, s. 161
9.
http://www.ataturk.net/?sayfa=dediki&konu=Ordu
10.
http://www.ataturk.net/?sayfa=dediki&konu=Ordu
11. Cihat İmer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Seçme Sözler,
Remzi Kitabevi, İstanbul,1981, s. 169
12. Vural Sözer,
Atatürklü Günler, Barajans Yayınları,
İstanbul, 1998, s. 507
13. Ord. Prof.
Dr. Sadi Irmak, Atatürk Bir Çağ'ın
Açılışı, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 1984, s.384
14. Cihat İmer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Seçme Sözler,
Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 168
15. Cihat İmer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Seçme Sözler,
Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 171
16. Cihat İmer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Seçme Sözler,
Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 171
17. Cihat İmer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Seçme Sözler,
Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 169
18. Cihat İmer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Seçme Sözler,
Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 165-166
19. Cihat İmer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Seçme Sözler,
Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 171
20.
http://www.ataturk.net/?sayfa=dediki&konu=Ordu
21.
http://www.canakkale.gen.tr/havaorta.html
22.
http://www.ataturk-add-berlin.com/tr_mu_ke/ata_diyo.htm
23. Cihat İmer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Seçme Sözler,
Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 172
24.
http://www.dogus.k12.tr/ataturk/orduya.htm
25.
http://www.ataturk.net/?sayfa=dediki&konu=Ordu
26.
http://www.ataturk.net/?sayfa=dediki&konu=Ordu
27.
http://www.ataturk.net/?sayfa=dediki&konu=Ordu
28.
http://www.ataturk.net/?sayfa=dediki&konu=Ordu
29.
http://www.ataturk-add-berlin.com/tr_mu_ke/ata_diyo.htm
30. Seyfettin
Turhan, Atatürk'te Konular Ansiklopedisi,
İkinci Baskı, Yapı Kredi yayınları, İstanbul , 1995, s. 427, İzmir'de harp
oyunlarından sonra komutanlarla görüşme. 22.2.1924
31.
http://www.ataturk-add-berlin.com/tr_mu_ke/ata_diyo.htm
32.
http://www.ataturk-add-berlin.com/tr_mu_ke/ata_diyo.htm
33. Seyfettin
Turhan, Atatürk'te Konular Ansiklopedisi,
İkinci Baskı, Yapı Kredi yayınları, İstanbul , 1995, s. 425, İzmir'de halkla
sohbet, 31.1.1923
34.
http://gencturkler.8m.com/TURKEY/ATATURK/Atadiyor.html#guvenlik
35. Vural Sözer,
Atatürklü Günler, Barajans Yayınları,
İstanbul, 1998, s. 258. Kastamonu, Askeri Garnizon. 29 Ağustos 1925
36. Cihat İmer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Seçme Sözler,
Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 171
37. Seyfettin
Turhan, Atatürk'te Konular Ansiklopedisi,
İkinci Baskı, Yapı Kredi yayınları, İstanbul , 1995, s. 427, Konya Orduevinde
konuşma. 22.2.1931
38. Seyfettin
Turhan, Atatürk'te Konular Ansiklopedisi,
İkinci Baskı, Yapı Kredi yayınları, İstanbul , 1995, s. 427-428, Konya
Orduevinde konuşma. 22.2.1931
39.
http://abone.turk.net/selamisozer/sozleri_konusmalari/sozler1.htm
40. http://www.meb.gov.tr/index.htm
41. Seyfettin
Turhan, Atatürk'te Konular Ansiklopedisi,
İkinci Baskı, Yapı Kredi yayınları, İstanbul, 1995, s. 425. TBBM'ne bilgi
vermek üzere cephe dönüşü konuşma, 18.4.1922
42.
http://home.vicnet.net.au/~ttav/ataturk/yasami-2.htm
43.
http://www.demokrasivakfi.org.tr/ataturk/life4_asker_tr.html
44.
http://www.demokrasivakfi.org.tr/ataturk/life4_asker_tr.html
45.
http://www.demokrasivakfi.org.tr/ataturk/life4_asker_tr.html
46.
http://www.demokrasivakfi.org.tr/ataturk/life4_asker_tr.html
47.http://www.ataturk.net/?sayfa=dediki&konu=Ordu;
http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih_tr.asp?belgeno=13541
48.
http://www.demokrasivakfi.org.tr/ataturk/life4_asker_tr.html
49.
http://www.demokrasivakfi.org.tr/ataturk/life4_asker_tr.html
50. Adnan Nur
Baykal, Mustafa Kemal Atatürk'ün Liderlik
Sırları, Sistem Yayıncılık, İstanbul, 1999, s. 31
51.
http://www.tekadam.8k.com/52.html
52. Şahin
Arıcak, Armada Dergisi, 1995;
http://www.kho.edu.tr/yayinlar/btym/bilgibankasi/askeribil/ataturkun_askeri_politik_kehaneti.htm
53. Şahin
Arıcak, Armada Dergisi, 1995;
http://www.kho.edu.tr/yayinlar/btym/bilgibankasi/askeribil/ataturkun_askeri_politik_kehaneti.htm
54. Emre Kongar,
Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından
Atatürk, 4. basım, Remzi Kitabevi,
İstanbul, 1999, s. 141-142
55. Emre Kongar,
Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından
Atatürk, 4. basım, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999, s. 140
56.
http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih_tr.asp?belgeno=13587
57. Vural Sözer,
Atatürklü Günler, Barajans Yayınları,
1998. s. 214
58.
http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih_tr.asp?belgeno=13587
59. Cemal Kutay
, Ne Buldu, Ne Bıraktı, Yaşar Eğitim
ve Kültür Vakfı, İzmir, s.212
60.
http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih_tr.asp?belgeno=13592
61. Prof. Dr.
Selayman Arslan, Atatürk'ün Devlet
Adamlığı Vasfı, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Kasım 1996, Sayı 36,
s.952
62. Lord
Kinross, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Altın
Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1994, s. 14
63. Lord
Kinross, Atatürk, Bir Milletin Yeniden
Doğuşu, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1994, s. 395
64.
http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih_tr.asp?belgeno=13592
65.
http://www.samsun-aal.k12.tr/ata/nedediler5.htm
66.
http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=Bulgaristan
67.
http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=Danimarka
68.
http://www.adkf.org/ataturk/hakkinda.htm
69.
http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=Hindistan
70.
http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=Hollanda
71.
http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=ingiltere
72. Ord. Prof.
Dr. Sadi Irmak, Atatürk Bir Çağ'ın
Açılışı, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 1984, s. 382
73.
http://ulusdergisi.kolayweb.com/756212731881.html
74.
http://www.samsun-aal.k12.tr/ata/nedediler14.htm
75.
http://ulusdergisi.kolayweb.com/756212731881.html
76.
http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih_tr.asp?belgeno=13781
77.
http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&page=0&t=30&ulke=italya
78. Prof. Dr.
Selayman Arslan, Atatürk'ün Devlet
Adamlığı Vasfı, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Kasım 1996, Sayı 36, s,
935
79. Cemal Kutay,
Ne Buldu, Ne Bıraktı, Yaşar Eğitim ve
Kültür Vakfı, İzmir, s.208
80.
http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih_tr.asp?belgeno=13781
81.
http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=Macaristan
82.
http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=Tunus
83. http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=polonya
84.
http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih_tr.asp?belgeno=13800
85.
http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=Rusya
86.
http://abone.turk.net/selamisozer/soylenenler/dunyabas1.htm
87. Ahmet Taner Kışlalı, Cumhuriyet Gazetesi, 21.10.2000
88. Mehmet Ali Kışlalı, "ABD ve Kemalizm"
22 Eylül 2000, Radikal Gazetesi
89.
http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=Türkiye
90. Falih Rıfkı Atay , Çankaya, Bateş A.Ş, İstanbul, 1984, s. 211
91. http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=T¸rkiye
92- Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular Evolution and The Origin of Life, New York: Marcel
Dekker, 1977, s. 2
93- Alexander I. Oparin, Origin of Life, (1936) New York, Dover Publications, 1953
(Reprint), s.196
94- "New Evidence on Evolution of Early
Atmosphere and Life", Bulletin of
the American Meteorological Society, c. 63, Kasım 1982, s. 1328-1330
95- Stanley Miller, Molecular Evolution of Life: Current Status of the Prebiotic Synthesis
of Small Molecules, 1986, s. 7
96- Jeffrey Bada, Earth, Şubat 1998, s. 40
97- Leslie E. Orgel, The Origin of Life on Earth, Scientific American, c. 271, Ekim
1994, s. 78
98- Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard
University Press, 1964, s. 189
99- Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard
University Press, 1964, s. 184
100- B. G. Ranganathan, Origins?, Pennsylvania: The Banner Of Truth Trust, 1988.
101- Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard
University Press, 1964, s. 179
102- Derek A. Ager, "The Nature of the Fossil Record", Proceedings of the
British Geological Association, c. 87, 1976, s. 133
103- Douglas J. Futuyma, Science on Trial, New York: Pantheon Books, 1983. s. 197
104- Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger Publications, 1970, s.
75-94; Charles E. Oxnard, "The Place
of Australopithecines in Human Evolution: Grounds for Doubt", Nature,
c. 258, s. 389
105- J. Rennie, "Darwin's
Current Bulldog: Ernst Mayr", Scientific American, Aralık 1992
106- Alan Walker, Science, c. 207, 1980, s. 1103; A.
J. Kelso, Physical Antropology, 1.
baskı, New York: J. B. Lipincott Co., 1970, s. 221; M. D. Leakey, Olduvai
Gorge, c. 3, Cambridge: Cambridge University Press, 1971, s. 272
107- Time,
Kasım 1996
108- S. J. Gould, Natural History, c. 85, 1976, s. 30
109- Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger Publications, 1970, s.
19
110- Richard Lewontin, "The Demon-Haunted World", The New York Review of Books,
9 Ocak 1997, s. 28
111- Malcolm Muggeridge, The End of Christendom, Grand Rapids: Eerdmans, 1980, s.43
Atatürk, Türk
Milleti'nin yetiştirdiği en eşsiz siyasi deha, en güçlü devlet adamı ve hiç
şüphesiz en büyük kumandandır. Onun üstün askeri dehası, ileriyi görebilme, her
zaman isabetli kararlar verebilme, cesaret, çelik gibi bir irade, azim,
kararlılık ve güçlü bir sorumluluk anlayışı gibi özelliklerle kendini gösterir.
Bu kitabın amacı, Atatürk'ün, yıkılmış
bir imparatorluğun yıkıntılarının arasından güçlü bir devlet oluşturabilmesinde
en önemli etkenlerden biri olan asker kimliğini incelemektir.
"Asker
Atatürk" hakkında Türk insanını bilinçlendirmek, onun Türk Milleti'nin
kalbindeki vazgeçilemez yerini anlamamızda yardımcı olacak ve 21. yüzyılın
hızla değişen dünyasında Atatürk'ün izinden ve onun ilkeleriyle yürümemizi
kolaylaştıracaktır.
Kitapta ayrıca
Atatürk'ün ve onun ilkelerinin en yakın takipçisi ve koruyucusu olan Türk
Ordusunun üstün seciye ve karakteri de bazı devlet adamlarının ve yabancı yazarların
kalemlerinden gözler önüne serilecektir.
YAZAR HAKKINDA
Harun Yahya
müstear ismini kullanan Adnan Oktar, 1956 yılında Ankara'da doğdu. 1980'li
yıllardan bu yana, imani, bilimsel ve siyasi konularda pek çok eser hazırladı.
Bunların yanı sıra, yazarın evrimcilerin sahtekarlıklarını, iddialarının
geçersizliğini ve Darwinizm'in kanlı ideolojilerle olan karanlık bağlantılarını
ortaya koyan çok
önemli eserleri
bulunmaktadır.
Yazarın tüm
çalışmalarındaki ortak hedef, Kuran'ın tebliğini dünyaya ulaştırmak, böylelikle
insanları Allah'ın varlığı, birliği ve ahiret gibi temel imani konular üzerinde
düşünmeye sevk etmek ve inkarcı sistemlerin çürük temellerini ve sapkın
uygulamalarını gözler önüne sermektir. Nitekim yazarın, bugüne kadar 60 ayrı
dile çevrilen yaklaşık 300 eseri, dünya çapında geniş bir okuyucu kitlesi
tarafından takip edilmektedir.
Harun Yahya Külliyatı, -Allah'ın
izniyle- 21. yüzyılda dünya insanlarını
Kuran'da tarif edilen huzur ve barışa,
doğruluk ve adalete, güzellik ve
mutluluğa taşımaya bir vesile olacaktır.